Eskiden fotoğraf albümleri vardı.

Hala var!

Özel çekmecelerde saklanırdı. Açılır bakılırdı zaman zaman. Fotoğraflar eşliğinde yolculuk yapılırdı anılara…

Hala albümlerin sayfalarında yitip gidenler var…

Var da, fotoğraflar da dijitalleşti artık.

Albümlerin yerini de bilgisayarlar aldı.

Bilgisayar ya da birer mini bilgisayara dönüşen cep telefonlarının ekranlarından bakılıyor fotoğraflara da…

Bilmem ki, albümlerin sayfasını çevirmekle aynı şey mi?

Değil elbette…

Aynı duyguyu almak, aynı yolculuklara sürüklenmek olanaksız gibi…

***

Metin Altıok'un o güzelim şiiri gelir benim usuma, fotoğraf albümleriyle birlikte…

'Bedenim üşür, yüreğim sızlar. / Ah kavaklar, kavaklar… // Beni hoyrat bir makasla / Eski bir fotoğraftan oydular. // Orda kaldı yanağımın yarısı, / Kendini boşlukla tamamlar.'

Bir de böyle öyküleri vardır fotoğraf albümlerinin…

Ayrıldığınız sevgiliyle çekilen fotoğraflar, makasla kesilir… Sevgilinin yüzü, bedeni oyulur, atılır fotoğraftan…

Bunun hüzünlü şiiridir Altıok'un yazdığı…

***

Fotoğraf albümleri anımsamak içindir. Edebiyat da biraz öyle değil mi? Toplumun, ülkenin, kentlerin ortak belleğine katkı değil midir her edebiyat ürünü?

***

Sevil Kesimal'ın 'Dut Kokusu'nu (*) okuyorum.

Öyküleri anımsayışlarla örüyor Kesimal. Bir fotoğrafın, bir anın, bir hareketin sürükleyiverdiği anımsayışlarla. Zaten iki bölümden oluşan kitabın ilk bölümü 'Unutmaya Dair' adını taşıyor.

1970'li, 1980'li yılların 'olaylı yıllar'ın Ankara'sından anımsayışlar bunlar genellikle… O yılları çocuk ya da genç olarak yaşamışsanız, kendinizden bir şeyler de buluyorsunuz… Sizi de sürüklüyor kendi anılarınıza…

Öğrenci eylemleri, polis tarafından aranıyor olup kaçak yaşamak, bele inen bir tekmeyle yere yıkıldığınızda, yüzünüz toprağa gömülü halde kollarınıza kelepçe takılırken, burnunuza gelen koku… Hep merak etitğiniz o ağdalı kokunun dut kokusu olduğunu öğrenirsiniz yıllar sonra. Haziran'dır çünkü. Olgunlaşan dutlar dökülmüştür yere. Sonra yaşanmamış, yaşanamamış mevsimler gelir usa… Cezaevleri… Mamak… Ulucanlar…

Bombalar patlayan, silah sesleri duyulan sokaklar. Güçlü bir patlama sesiyle arkanıza baktığınızda havalanan ceketi görürsünüz. Belleğin silmediği bir kareye dönüşüverir o an. Ne zaman rüzgarda havalanan bir ceket görseniz, o andasınızdır işte… Koşmaya başlarsınız kalabalığın aksi yöne…

Bir 'cam fanusta, tüysü yüzgeçlerini dalgalandırarak dolanan turuncu balığın gözlerinde bir hüzne' yakalanırsınız.

Sek sek oynayan kızının gözlerinde yakaladığı 'yabancı bakışı' unutamayan bir anne olursunuz bir başka öyküde. Gidişinin ardından, onu anımsatacak her şeyi atmış da olsanız, albümlerden fotoğraflarını, tıpkı Metin Altıok'un dizelerindeki gibi oymuş da olsanız, unutamadığınız o bakış sizinledir hep. Ancak ölümle unutulacak bir hesaplaşmaya dönüşen o bakışlar…

***

Kitabın arka kapağında yer alan ve öykülerin anımsamaya sürükleyici ayrıntılarıyla örülen yazıda da şöyle denmiyor mu?

'Bazen bir koku, bir dokunuş, rüzgarın esişi, bazen de radyoda çalan bir şarkının sözleri, hayatın kurgusunu alt üst etmeye yeter; porselen kasenin üzerindeki çini mavisi tavus kuşu şaşkınlıkla başını çevirir, bir top, koridorda bir kaç kez sektikten sonra gözden kaybolur, sokaktan geçen bir arabanın farları seksek çizgilerini aydınlatır. Çocukluğumuz köşe başında bekliyordur, küskün…'

_____________________

(*) Sevil Kesimal, 'Dut Kokusu', Öyküler, Bilim ve Sanat Yayınları, Birinci Basım: Mart 2019, Ankara.