Yeni yıl başlangıçlarında genellikle geride kalmış olan yıla ilişkin bilgiler hatırlatılır...

'Gelişmiş' olarak adlandırılan ülkeler genellikle istikrarlı bir yapıya sahip oldukları için bu bilgiler oldukça 'kuru ve sıkıcı'dır...

Bizimki gibi ülkelerde ise geçmiş sayfaları karıştırmak çoğu zaman insana bir macera romanı okuma hissi verir.

***

Macera romanları genellikle geçmişte kaldığı zannedilen olayların zaman içinde su yüzüne çıkması ve geleceği etkilemesi kurgusuna dayanır...

O nedenle biz de bu yıl geriye bakışımızın menzilini uzattık ve yirmibirinci yüzyılın başlangıcında yaşanan olaylara kadar uzandık...

Başlangıç noktası olarak da 2000 krizi sonucu Ecevit başkanlığında kurulan koalisyon hükümetinin Dünya Bankası ve IMF marifetiyle yapılan ekonomik operasyondan sonra ABD tarafından alaşağı edilmesini aldık.

***

İlk yazımızda bu olayın ardından yapılan erken seçim sonucunda seçim öncesinde koalisyonu oluşturan DSP, MHP ve ANAP'ın baraj altında kalarak TBMM'den tasfiye edildiğini, seçim öncesinde muhalefetteki İslamcı parti'nin içinden çıkan bir grup tarafından kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP), ilk kez katıldığı seçimden tek başına iktidar olarak çıktığını hatırlatmış...

Ve 'Bu seçim Türkiye'nin o tarihten günümüze kadar olan kaderini belirleyecek ve siyasal yapısını değiştirecekti' ifadesini kullanmıştık...

Bu ifadeyi neden kullandığımızı açıklayabilmek için o yıllarda çevremizdeki ülkelerde yaşanan olaylara da bir göz atmamız gerekiyor.

***

2000 yılında Dünya Bankası ve IMF'nin tüm talimatlarını yerine getiren üçlü koalisyon hükümetini oluşturan partilerin uygulanan kemer sıkma politikası sonucu halk nazarındaki itibarlarını ve oy tabanlarını kaybetmesi doğaldı...

Ancak mesele bundan ibaret değildi...

'Dış dinamikler' yani bölgede hareketlenen ABD ve onun koalisyon ortaklarının talepleri de bu yöndeydi.

***

Ecevit'in kurduğu koalisyon hükümeti, ABD tarafından yönlendirilen IMF ve Dünya Bankası patentli ekonomik operasyonu kabullenmiş ve bunun gereğini yapmış, ama ABD ve başta İngiltere olmak üzere Avrupalı ortaklarının Ortadoğu'da sınır çizgilerini yeniden değiştirmeyi hedefleyen bir başka operasyonuna karşı çıkmıştı...

Bu operasyon, bölge genelini ilgilendirmekte ve 'Büyük Ortadoğu Projesi' olarak adlandırılmaktaydı...

ABD ve ortakları, hesaplarını bu operasyonda Türkiye'nin de kendi saflarında aktif bir biçimde yer alması üzerine yapmışlardı.

***

Bu nedenden ötürü, Irak operasyonunun hazırlık çalışmaları yapılırken Türkiye'de Ecevit'in başında bulunduğu bir hükümetin iktidarda kalması 'mahzurlu' görülmekteydi...

Çünkü, 1990'da yaşanan ilk Körfez krizinde, Ecevit, kendisine yapılan tüm telkinlere karşı çıkmış ve Irak'ın yanında yer alınması gerektiğini söylemiş...

Dahası o dönemde bizzat Irak a gidip Saddam ile görüşmüş, yaptığı açıklamalarla ABD'yi bu operasyondan vazgeçirmeye çalışmıştı.

***

Her şeye karşın, ABD yönetimi, 2003 yılındaki Irak'ı işgal operasyonu öncesinde Ecevit'i Washington'a davet ederek bir 'nabız yoklaması' yaptı. Ne var ki, Ecevit, 16 Ocak 2002 tarihinde Washington'da Başkan George W. Bush ile görüştükten sonra şu açıklamayı yaparak tavrının değişmeyeceğini gösterdi: 'İçinde biz olalım veya olmayalım, Irak'a yapılacak bir müdahalenin en fazla bizi etkileyeceğini söyledim. Bölgede bir istikrarsızlık yaratacağını, bunun da bir felakete yol açabileceğini belirttim. Tabii benim derdim Saddam değil, Irak'ın toprak bütünlüğüdür'...

O açıklamadan sonra ABD, Ecevit ve başında olduğu koalisyon hükümetinin 'ipini çekti'...

Nitekim, Ecevit'in başkanlığı döneminde Kemal Derviş'in istifasından sonra koalisyon hükümetinde ekonomiden sorumlu bakan görevi yapan ve daha sonra DSP Genel Başkanlığı yapacak olan Masum Türker, yıllar sonra o operasyona karşı çıkanların yargılandığı 'Ergenekon' davasında tanık olarak ifadesine başvurulduğunda, 'Irak savaşına hayır dedikten sonra Ecevit'e karşı komplo oluşturulduğunu biliyorum. Sivil bir darbeyle iktidardan uzaklaştırıldı' ifadesini kullandı.

(Devam edecek)