Bir önceki yazımızda, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devam eden Türk-Sovyet dostluğunun İkinci Dünya Savaşı sürecinde bozulmasının sebeplerini açıklarken, savaş sırasında Rusya'nın batı bölgelerini işgal eden Almanya'nın Doğu'daki Türki cumhuriyetleri ayaklanmaya kışkırtmasının Cumhuriyetin yönetici kadroları arasında 'pan-Turanizm' heveslerinin yeniden yaygınlaşmasına yol açtığını söylemiştik...

Gerçi bu gelişme Sovyetler'in Alman ordusunu durdurmaları ve çekilmeye zorlamalarının ardından değişti, hatta aralarında eski Türkistan Cumhurbaşkanı Prof. Zeki Velidi Togan, Yazar Nihal Atsız, Dr. Üsteğmen Fethi Tevetoğlu, Piyade Üst. Alpaslan Türkeş, Piyade Teğmen Nurullah Banman, Topçu Asteğmen Özgür Sofuoğlu, Ulaştırma Asteğmen Fazıl Hisarcıklı, Orhan Şaik Gökyay, Reha Oğuz Türkan, Said Bilgiç , Osman Yüksel Serdengeçti gibi önde gelen 'Türkçü' yazar ve subayların tutuklandığı bir 'tevkifat' bile yapıldı...

Ne var ki, yaşanan olayın boyutlarının aslında çok daha büyük olduğunu bilen Sovyetler Birliği, bu hatayı hiçbir zaman unutmadı.

***

Geleneksel Türk-Sovyet dostluğunun bozulmasında Stalin döneminde Rusya'da yaşanan değişimler de önemli bir rol oynadı... Devrimin ilk yıllarında Lenin ve Atatürk arasında kurulan dostluk İkinci Dünya Savaşına kadar devam ettiyse de, Stalin'in gerek sosyalizm gerekse 'komşu devletlerle ilişkiler' konularında Lenin'le önemli görüş ayrılıkları vardı...

Stalin, Lenin'in ve partinin diğer liderlerinin aksine Rusya'da kurulmakta olan sistemi, geçici olacağı düşünülen bir 'devlet kapitalizmi' değil, 'ulusal sosyalizm' olarak görüyordu. Nitekim, Lenin'in ölümünden sonra partinin resmi görüşünün aksine 'tek ülkede sosyalizmin, hatta komünizmin' kurulabileceğini ve Rusya'daki uygulamanın bunu gösterdiği görüşünü ortaya attı...

Rusya'da uygulanan bu sistem, daha sonra Doğu Avrupa ülkeleri için de bir model oluşturdu.

***

Stalin'in Lenin'den farklı düşündüğü bir başka konu ise azınlık halklara verilecek özgürlüğün sınırlarıydı...

Lenin, en başından beri Sovyetler Birliği'nin 'halkların gönüllü birliği' ilkesine dayanması gerektiğini savunuyordu. Stalin ise merkezi bir devlet otoritesinin kurulacak tüm 'cumhuriyetler' ve 'özerk bölgeler' üzerinde katı egemenliğinden yanaydı... Öyle ki, kendisi de Gürcü kökenli olduğu halde Gürcistan Cumhuriyeti'nin yetkilerinin kısıtlanması konusunda Gürcü yöneticilerle çatışmaya girmiş ve bunun sonucunda bizzat Lenin tarafından 'hakim ulus şövenizmi'yle suçlanmıştı... Lenin, 30 Aralık 1922'de ölümünden kısa bir süre önce felçli durumdayken Gürcistan'daki 'aşırı hareketler'den dolayı Stalin'i sorumlu tutmuş ve 6 Mart 1923'te, Gürcü yöneticiler Mdivani ve Maharadze'ye hitaben yazdığı bir notta, 'Davanızı tüm kalbimle destekliyorum. Orconikidze'nin kabalığına Stalin ile Zerjinski'nin bunu hoşgörmelerine öfkeliyim' demişti.

***

Lenin'in ölümünden sonra Stalin, bir süreç içinde partinin hemen tüm eski yöneticilerini tasfiye etti ve kendi 'ulusal sosyalist düzenini' kurdu...

Hiç kuşkusuz, bu 'ulusal' düzenin dış politikası da Lenin'in 'enternasyonalist' politikasından farklıydı...

Nitekim, bu farklılık, İkinci Dünya Savaşı öncesinde Polonya'nın Nazi Almanya'sı ile Sovyet Rusya arasında paylaşılması, savaştan sonra 'Doğu Bloku' ülkelerinin 'uydulaştırılması' ve Türkiye'ye karşı izlenen Boğazlar ve Kafkasya politikalarında ortaya çıktı.

***

Stalin'in iyi bir Marksist olup olmadığı tartışmalıdır, ama otoriter yöntemlerle iç savaş sonrası yıkıma uğramış Rusyayı İkinci Dünya Savaşından muzaffer çıkmasını sağlayacak bir dünya devine dönüştürdüğü tartışmasızdır.

Bu açıdan bakıldığında Stalin, kendisi Rus olmadığı halde Rusya tarihindeki üç büyük devlet adamından biri olarak sayılabilir. Bunlardan birincisi Rusya'nın kurucusu olan 'Korkunç' lakaplı İvan, ikincisi bir 'fetret dönemi'nin ardından Rusya'yı toparlayan ve bir imparatorluğa dönüştüren Büyük Petro (bizim 'deli' dediğimiz), üçüncüsü ise Sovyetler Birliği'nin gerçek kurucusu ve Doğu Bloku'nun yaratıcısı olan Stalin'dir....

Dolayısıyla Türkiye'nin izlediği denge politikasının 'dengesizliğe' dönüşmesinde hiç kuşkusuz Stalin döneminde Sovyet Rusya'nın izlemeye başladığı 'büyük devlet politikası'nın da belirli bir rolü olmuştur.

(Devam edecek)