Önceki yazımızda Türkiye'de yaşanan yoğun değişimlerin dünyada yaşananlarla örtüşmesine dikkat çekmiş ve bu ikisi arasında bir bağlantı olduğunu savunmuştuk...

Bunun en açık kanıtı, ABD'nin dünya egemenliğinin sarsılma sürecinde Türkiye-ABD ilişkileri arasında yaşanan gerilimdir...

Suriye savaşının gelişme sürecinde Türkiye'nin ABD ile ilişkilerinin sarsılması, Türkiye ile Rusya arasında savaşa varacak şiddetli bir gerilimin ardından S-400 füzelerinin satın alımına kadar uzanan ve Astana süreci ile zirveye ulaşan bir yakınlaşmanın yaşanması ancak bu iki süreç bir arada ele alındığında anlaşılabilir.

***

Son günlerde Suriye başta olmak üzere bir çok alanda ABD ile ilişkilerin yumuşamış olması kimseyi aldatmamalıdır...

ABD'nin son zamanlarda Suriye'de PKK/PYD ile işbirliği görüntüsünden kaçındığı ve Menbiç'te varılan anlaşma sonucu Türkiye ve ABD'nin bazı sorunları 'buzdolabına kaldırdığı' doğrudur...

Ancak yaşanan süreçte iki müttefikin hedefleri ayrışmaya devam etmektedir.

***

Konuyu biraz daha açalım...

ABD'nin önümüzdeki dönemde en önemli hedefi Rusya, Çin ve İran'dır...

Geçmişte 'stratejik ortaklık' sorunsuz bir biçimde yürürken Türkiye de dış politikasını ABD'nin önceliklerine göre ayarlamaktaydı... Günümüzde ise farklı bir süreç işlemekte Türkiye'nin ABD ile ilişkileri bir kriz görüntüsü sergilerken bu üç ülke ile kurulan siyasal ve ekonomik ilişkiler her geçen gün biraz daha gelişmektedir.

***

Aslında bunda yadırganacak bir şey yoktur...

Neticede her ülke kendi çıkarlarını ön plana çıkarır ve onun gereklerini yapar...

Ancak ABD, tüm müttefiklerinin kendine kayıtsız şartsız tabi olmasını ve gerekirse ulusal çıkarlarını göz ardı ederek ABD politikalarını desteklemesini şart koşmaktadır.

***

Bu yaklaşım, yalnızca Türkiye-ABD ilişkilerini değil ABD'nin AB ülkeleri ile ilişkilerini de sarsmış durumdadırr...

Hatta iş AB ya da Türkiye ile sınırlı kalmamış G-7 ülkeleriyle ilişkilerin bozulmasına kadar varmış bulunmaktadır...

Trump yönetiminin tavrı önümüzdeki dönemde de değişecek gibi görünmemektedir,

***

Konunun Türkiye ile ilişkisine dönersek...

Gerek dünyada gerekse Türkiye'de yaşanan siyasi ve toplumsal sorunların çoğunun kökeninde ekonomi yatmaktadır... Yıllardır izlenen neo-liberal politikalar ekonomileri üretimden koparmış, gelir dağılımını bozmuş, işsizliği afet haline getirmiş ve sonuçta toplumsal sorunları şiddetlendirmiştir...

Türkiye, bu sorunları en şiddetli bir biçimde yaşamaktadır.

***

Doğal olarak 'iç siyaset' de bu durumdan etkilenmektedir...

Türkiye'nin dış borç ve cari açık başta olmak üzere yaşadığı ekonomik sorunlar önümüzdeki süreçte siyasi gelişmeler üzerinde önemli bir etki yapacaktır...

Son seçim kampanyasında en çok tartışılan konunun ekonomi olması da bunu göstermektedir.

***

Son seçimlerde muhalefet partilerinin beklenen başarıyı gösterememiş olmalarının en önemli sebeplerinden biri Türkiye'nin 'Batı dünyası' ile yaşadığı sorunları yeterince değerlendirememiş olmalarıdır...

Bu partilerin seçim kampanyalarında söz konusu sorunlar AKP'nin 'ekonomiye müdahale etmesine' bağlanmış, gerek İnce gerekse Akşener seçimi kazandıkları takdirde bu müdahaleye son vereceklerini, bunun üzerine 'Batılı devletlerin' (bunu finans merkezlerinin diye de okuyabilirsiniz) Türkiye'ye karşı tutumlarını değiştireceklerini ve kriz ortamından çıkmamıza yardım edeceklerini savunmuşlardır...

Oysa yaşanan sorunların kaynağında bu devletlerin (ve finans merkezlerinin) dayattığı politikalar bulunmaktadır... Bu müdahaleler temelde 'bağımsız' gibi görünen ama gerçekte uluslararası finans kurumlarının etkisi altında bulunan 'özerk' ekonomik kuruluşlar aracılığıyla yürütülmektedir.

***

Soruna bu açıdan bakıldığında muhalefet partilerinin gerçeklerden kaçtığı, bir dönem ülkeye akan sıcak paranın etkisiyle yaşanan 'bolluk' döneminin geçici karakterini anlayamadığı, yanlış bir şekilde kendilerinin iktidara gelmesiyle yaşanan sorunların ortadan kalkacağı fikrine kapıldığı ve bu fikri kitlelere aşılamaya çalıştığı görülmektedir...

Ancak kitleler, belki de içgüdüleriyle meselenin bu kadar basit olmadığını anlamış ve kampanya sürecinde 'bol keseden' yapılan vaadlere kulak vermek yerine 'cepteki tekliği havadaki kekliğe' tercih etmişlerdir...

Sonuç olarak Türkiye, dünyadaki gelişmeleri yakından izlemek ve hem siyasette hem de ekonomide yönünü bu gelişmelere göre belirlemek zorundadır...

(Devam edecek)