Son yazımızda, 'modern' toplumların doğuşuyla tıp biliminin neredeyse eş zamanlı olarak geliştiğini...

Tıp biliminde uzmanlaşmış doktorların o zamana kadar bu görevi yerine getiren 'sağaltıcılar'ın yerini aldığını...

Ancak, 'ruhsal uyumsuzlukların giderilmesi', başka bir deyişle toplumsal yapılara uyum sağlayamayan bireylerin uyumlu hale getirilmesi konusunda bir boşluğun ortaya çıktığını belirtmiş...

Ve 'Böylece psikiyatri doğdu' demiştik.

***

Genel olarak psikiyatrinin 'kurucu babası'nın Freud olduğu düşünülür...

Freud psikiyatrinin kurumlaşmasında önemli bir rol oynamıştır, ama bu 'bilim dalı'nın gerçek kurucusu 1825-1893 yılları arasında yaşayan ve Freud'a hocalık yapan Jean Martin Charcot'dur...

Tıp bilimine büyük katkılar sağlayan ve sağlığında yalnız Fransa'da değil tüm Avrupa'da efsane haline gelmiş bir doktor olan Charcot, sinirbilim alanındaki gelişmelere de ilgi duymuş, ancak ruhsal rahatsızlıkların kökeni konusunda takılıp kalmıştı...

Daha sonra, bu rahatsızlıklar için maddi bir temel ve araştırma yöntemi bulamayınca 'psikojenez (psikolojik kökenli) hastalık' kavramını geliştirdi ve bunları ikiye ayırdı...

Bireyin uyumsuz davranışlarını 'nevroz' olarak tanımladı; nevrozların tipik örneği 'histeri'ydi...

Şizofreni gibi daha ağır ruhsal sorunları ise 'psikoz' olarak tanımladı.

***

Charcot'nun bu yeni alanda giriştiği 'deneyler' o sıralar henüz uzmanlık alanını seçmemiş Avusturyalı genç bir doktor olan Freud'un ilgisini çekmişti...

Onun derslerine katılan Freud, bir süre sonra ustasının psikiyatrik rahatsızlıkları organik bir temele oturtmaya çalışmasını eleştirerek sorunların çözümünü tamamen bilinç ve bilinçaltında aramaya başladı...

Freud'un kısa zamanda Charcot'yu gölgede bırakan bir ün kazanmasının ve psikiyatrinin babası olarak görülmesinin nedeni, onun öğretisinin ortaçağda insanların 'ruh sağlığından' (yani ruhlarının kurtarılmasından) sorumlu olan rahiplerin geri plana çekildiği koşullarda insan davranışlarını yönetme konusunda doğan boşluğu dolduracak 'modern' bir araç sağlamış olmasıdır...

Freud'un çalışmaları eğer ruhsal sorunların organik ve toplumsal temellerini anlamaya yönelik bir anlayışla yürütülseydi, tıp biliminin gelişmesine yardımcı olabilirdi...

Ancak psikolojik sorunlar laboratuvardan ve maddi temelinden koparılıp psikiyatrın sedirine uzanmış 'hasta'nın anılarına ya da rüya ve hayallerinin yorumlanmasına dayandırılınca psikiyatri hızla 'spekülatif' bir nitelik kazandı...

Bu da toplumun genel yönelimlerine aykırı davranışlarda bulunan herkesin 'hasta' olarak görülmesinin ve toplumdan tecrit edilmesinin yolunu açtı.

***

Tedaviye gelince...

O da ya 'günah çıkarma' seanslarına bağlandı, ya da bir tür hapisane olan ve girenin ne zaman çıkacağı belli olmadığı için daha da korkutucu bir nitelik kazanan 'tımarhaneler'e havale edildi...

Günümüzde akıl ve ruh sağlığı kurumları olarak adlandırılan bu kurumlarda ruhsal açıdan sorunlar yaşayan ya da düzene karşı eğilimler taşıyan herkes, uyuşturucu haplar, soğuk su banyoları ve elektroşoklarla 'tedavi' edilmeye çalışılmaktadır.

***

Freud'un formüle ettiği bir başka kuram daha vardır, ki o da 'toplumsal düzen' sağlamakta ustaca kullanılmıştır...

Freud'a göre ruhsal sıkıntılar cinsel enerjinin uygarlıkla birlikte serbestçe akışının engellenmesi ile yakından bağlantılıydı... Uygar toplumda serbest cinsellik mümkün olamayacağına göre sıkışan bu enerji 'yüceltme' yoluyla boşaltılmalıydı... Zaten uygarlığı da kültürü de geçmişte yaratmış olan şey bu yüceltme çabasıydı...

Bu görüş, muhafazakar eğilimlerin tümünün ortak noktası olan 'ahlak zabıtalığı' yoluyla cinsel baskı uygulama eğilimine güç kazandırdı...

Zaten Freud'un kendisi de kendi tedavi yönteminin bir tür dedektiflik olduğu kanısındaydı...

1906 yılında yayınlanan bir makalesinde 'Suçlu ile histerik arasında benzerliğin altını çizmek zorundayım' demiş ve Sherlock Holmes gibi, 'önemsenmeyen ve fark edilmeyen ayrıntılardan, deyim yerindeyse gözlemlerimizin çöp yığınından gizli ve örtülü şeyleri bulup çıkarma' konusundaki becerisiyle övünmüştü.

(Devam edecek)