Bir önceki yazımızda 1962 yılında DNA'yi keşfederek Nobel ödülü alan iki bilim insanından biri olan James D. Watson'un, 'İkili Sarmal' adlı kitabından bir pasaj aktarmıştık... O pasajda Watson, DNA ve RNA için biyokimyasal kanıtların ilk olarak 1944 yılında Alman Gerhardt Schramm'ın deneyleri ile ortaya çıktığını, ancak bu kanıtların Nazi rejiminin üstün ırk iddiasını genlere dayandırma çabasının bir ürünü olarak görülüp reddedildiğini ve bu yöndeki çalışmaların sürdürülmediğini söylüyordu...
Bu tür düşünceler o yıllarda Alman işgaline karşı savaşmakta olan Sovyetler Birliği'nde de yaygındı...
Stalin döneminde insanların ve toplumların davranışlarını çevrenin ve ekonomik koşulların belirlediği görüşü siyasal bir dogma haline gelmişti...
O nedenle de kalıtım ve genler arasındaki ilişkilerin incelenmesi adeta yasaklanmış, meydan 'tatlı suda bekletilen şeftalilerin bir nesil sonra daha tatlı olacağını savunan' Miçurin ya da 'kış koşullarına alıştırılmış buğday tohumlarının Sibirya'da yetiştirilebileceğini savunan' Lisenko gibi bilim insanlarına kalmıştı.
***
Lisenko, aslında bitkilerin diğer tüm canlılar gibi zaman içinde yeni çevrelere uyum sağladığını düşünürken yanılmıyordu... Ancak o dönemin egemen görüşü nedeniyle bunun genlerle ilgisi olmadığını savunuyordu...
O nedenle bazı buğday türlerini sert iklime 'alıştırmış', bu 'eğitimli' buğdayların Sibirya'da ürün verebileceğine dönemin yöneticilerini ikna etmişti... Sovyetler Birliği'nin tarım alanında ciddi zorluklar yaşadığı 1928-1929 sezonunda Sibirya bölgesinde yedi milyon hektarlık araziye Lisenko'nun 'eğitilmiş' buğdayları ekildi... Ancak bütün tohumlar dondu... Lisenko ve ekibi, daha sonra yeni buğday çeşitleriyle denemelerini sürdürdü, ama sonuç değişmedi...
O dönem Rusya'da yayınlanan bilim dergilerinde 'Organizmalarda sıradan vücutttan farklı özel bir madde yoktur' denilmekte ve kalıtımın küçük nükleik asit parçacıklarıyla, yani genlerle iletildiği düşüncesi faşizm ve ırkçılıkla özdeşleştirilmekteydi...
Rusya'da DNA ile ilgili çalışmalara ancak 1961 yılından, yani Watson ve Crick'in keşifleri laboratuvar deneyleriyle defalarca kanıtlandıktan sonra izin verildi...
Tabii bu durumun doğal sonucu olarak, uzay teknolojisi ve nükleer teknoloji alanında Batılı ülkeleri geride bırakmış olan Sovyetler Birliği, 'gen teknolojisi' alanında geri kalmış bir ülke haline geldi.
***
Günümüzde 'genetik mühendisliği' artık tartışma konusu olmaktan çıkmış, en yeni teknolojik yöntemlerden biri haline gelmiş bulunuyor. Buğday bitkisi, genetik olarak 'manipüle' edilerek, yani buğday genomuna soğuğa karşı dirençli genler eklenerek soğuk iklimlerde yetiştirilebiliyor...
Burada bunları anlatmamızın nedeni, anlattıklarımızın insan genomu açısından da geçerli olmasıdır...
Bu açıdan bakıldığında geçmişte (hatta bugün bile) bu teknoloji karşısında duyulan korku nedensiz değildir. O nedenle insanlar üzerinde genetik deneyler yapılmasına 'resmen' izin verilmemektedir...
Eğer böyle yapılmasaydı, tıpkı genleriyle oynanarak kafasında duyarga yerine kanat çıkarılan meyve sinekleri gibi tuhaf şekilli insanlar şimdi sokaklarda dolaşıyor olurdu.
***
Bütün bunların davranışlamızın güdülenmesi ile ilgisi çok açıktır...
Dolayısıyla genlerimizin toplumsal davranışlarımız üzerinde büyük bir etkisi olduğunu bir kez kabul ettikten sonra, iki kez korkmamız gerekmektedir...
Ne var ki, gerçekler de gerçektir ve korkunun ecele faydası yoktur.
***
Görüldüğü gibi davranışlarımızın kökeni ile ilgili tartışmalar, en başından bu yana salt bilimsel gerekçeler temelinde değil, insanlığın geleceği konusunda duyulan endişeler eşliğinde yürütülmüştür...
Nitekim, 1965 yılında genlerin yapısı çözülüp kalıtımda oynadıkları rol kesinleşince, William Hamilton adlı bir zoolog (hayvan bilimci) insanların içgüdüsel davranışlarının (örneğin insanların çocuklarına iyi davranmasının) nedeninin genlerin kendi varlıklarını sürdürme çabalarıyla ilişkili olduğunu savunan bir makale yayınlamış...
Bir kaç yıl sonra Richard Dawkins adlı bir genbilimci, bu görüşü daha da genişleterek insan davranışlarını genlerin kendi aralarında yürüttükleri yaşam mücadelelerine bağlayan 'Gen Bencildir' başlıklı bir kitap yazmıştır...
Kitap, davranışlarımızı belirleyen ana itkinin ne olduğu üzerine tartışmayı bir kez daha alevlendirmiştir.
(Devam edecek)