Bir önceki yazımızda davranışlarımızı toplumsal çevrenin mi yoksa doğanın, başka bir deyişle genlerin mi belirlediği tartışmasının geçmişine bir göz atmış ve Birinci Dünya Savaşı sonunda bu tartışmanın sosyalist hareket içindeki yansımalarına bakmıştık...

Birinci Dünya Savaşı'nın sürdüğü koşullarda Rusya'da bir toplumsal ayaklanma patlak verdi... Ayaklanma sonucunda, Alman sosyal demokrat partisinin görüşlerini eleştiren bir Marksist olan Lenin'in oluşturduğu Komünist Partisi, iktidarı ele geçirdi...

Lenin, toplumsal çevrenin insan davranışlarını belirlemesini beklemek yerine 'siyasal bilincin' işçi sınıfı ve halka 'dışarıdan' taşınması gerektiğini savunan bir devrimciydi.

***

Sovyet Devrimi, yazımızın konusu olan tartışmayı daha da alevlendirdi...

Çünkü bu olay, tarihte ilk kez büyük bir ulusu (daha doğrusu bir uluslar topluluğunu)toplumsal bir deneyin öznesi haline getirdi...

Ne var ki Lenin, emekçi sınıflar iktidarı ele geçirse bile sosyalizmin bir çırpıda kurulamayacağının farkındaydı...

O nedenle devrimin ardından başlatılan ekonomik inşa sürecini 'Alman modeli bir devlet kapitalizmi' olarak niteledi... Bu sürecin sonunda sosyalizmin altyapısı oluşturulacak ve toplum bu temel üzerinde dönüştürülecekti...

Bu yaklaşım, bilincin toplumsal koşullardan kendiliğinden doğamayacağı şeklindeki görüşü ile birlikte ele alındığında, bir bakıma Lenin'in de tıpkı Marx gibi, insan davranışlarını çevre ve bilincin birlikte belirlediği düşüncesinden hareket ettiği söylenebilir.

***

Ancak Sovyetler Birliği'nin kurulmasından kısa bir süre sonra ölen Lenin'in yerine iktidara gelen Stalin, başlatılmış inşa sürecini 'sosyalizm' olarak adlandırdı ve 1930'lu yıllarda bu temel üzerinde toplumun sosyalist dönüşümünün geri dönüşü mümkün olmayan bir biçimde gerçekleştirildiğini öne sürdü...

Stalin'in bu iddiası, onun olaylara mekanik determinist bir tarzda yaklaştığının açık bir göstergesiydi...

Nitekim, meselenin hiç de öyle olmadığı Stalin'in ölümünün hemen ardından ortaya çıktı.

***

1951 yılında, bu tartışmaların yaşandığı bir dönemde James D. Watson adlı genç bir bilim insanı, proteinin 'üç boyutlu yapısının' çözümlenmesiyle ilgili çalışmalar yapmak üzere Cambrich Üniversitesi'ne bağlı bir laboratuvarda çalışmaya başladı...

Cavendish Laboratuvarının yöneticisi olan Sir Lawrence Bragg, o sıralar Avusturyalı bir kimyacı olan Max Perutz ile birlikte, o laboratuvarda x ışınlarını kullanarak karmaşık molekül yapıları ile ilgili araştırmalar yürütmekteydi...

Genç bir bilim insanı olan Francis Crick de bu araştırmalara katılıyor ve bulguları bir kuram temelinde birleştirmeye çalışıyordu.

***

Watson ve Crick'in birlikte yürüttüğü çalışmalar sonucunda genlerin yapısında proteinlerle birlikte yer alan DNA'ların (deoksiribonükleik asitler) kalıtım üzerinde belirleyici bir rol oynadığı ortaya çıkarıldı...

Aslında DNA ve nükleik asidin bir diğer formu olan RNA (ribonükleik asit) önceden de biliniyordu... Bu parçacıkların kalıtımla ilişkili olabileceği savı ilk olarak 1944 yılında Alman bilim adamı Gerhard Schramm tarafından öne sürülmüştü...

Ancak II. Dünya Savaşı'nın yarattığı ortamda bu düşüncelerin Nazilerin ırkçı ideolojilerini desteklemek için ortaya atıldığı kanaati ağır basmış ve araştırmaların önü kesilmişti...

1962 yılında DNA'yi keşfederek Crick ile birlikte Nobel ödülü olan Watson, daha sonra 'İkili Sarmal' adlı kitabında bu olay ile ilgili olarak şunları yazacaktı:

'Protein inşa eden bloklar için biyokimyasal kanıtlar zaten vardı. İlk olarak 1944'te yayınlanan Alman Gerhardt Schramm'ın deneyleri hafif alkali içindeki TMV (Tütün Mozaik Virüsü) parçacıklarının RNA ve birbirine benzer olmasa da yakın protein moleküllerine ayrıştığını ortaya koymaktaydı. Ne var ki Almanya dışından hiç kimse Schramm'ın hikayesine inanmıyordu. Bunun nedeni de savaştı. Kötü bir şekilde kaybetmekte oldukları savaşın son yıllarında o canavar Almanların Schramm'ın iddialarının dayandığı geniş kapsamlı deneylere izin vermiş olabileceği pek çok insana inandırıcı gelmiyordu. Bu çalışmanın Nazi desteğine sanip olduğunu ve Schramm'ın deneylerinin yanlış analiz edildiğini düşümek çok daha kolaydı.'

(Devam edecek)

NOT: Bugün yeni bir yıla adım attık. Yeni yılın tüm okurlarımıza daha güzel günler getirmesini diliyorum.