Bizim gençliğimiz, 'insanın özü' tartışmalarıyla geçti...
İçinde yaşadığımız düzeni 'bozuk düzen' olarak tanımlıyor...
Gelecekte 'insanca' bir düzen kurmak için mücadele ediyorduk...
O düzende 'ne ezilen ne ezen' olacaktı...
Ve o düzen 'işçi sınıfının önderlik ettiği halk' tarafından kurulacaktı.
***
Böyle düşünmemizin nedeni, işçilerin sömürüldüğü gerçeğiydi...
Ama ne gariptir ki, bize oldukça açık ve basit gelen bu gerçek, işçilerin ve halkın çoğuna öyle görünmüyordu...
O nedenle de işçilerin ve halkın çoğunluğu bize karşı çıkıyordu.
***
Biz bunu bir tür 'yanlış bilinç' olarak algılıyorduk... Çünkü insanın davranışlarını netice itibariyle onun toplumsal konumu belirlerdi...
Öyle olmadığına göre ortada 'geçici bir aksaklık' vardı...
O aksaklığı da işçiyi ve halkı 'bilinçlendirerek' giderecektik!
***
O dönem aydın çevrelerde neredeyse genel geçer olan bu düşünceler, bilim ve felsefe alanına egemen olmuş bir geleneğe dayanıyordu...
Ne var ki, bu geleneğin kökleri mitolojik döneme kadar uzanıyordu...
Grek mitolojisinin babalarından Hesiodos´a göre insanlık ilk ortaya çıktığında bir 'Altın Çağ' yaşamıştı...
O çağda insanlar tüm ihtiyaçlarını doğadan karşılayarak eşit, özgür ve mutlu bir yaşam sürmüşlerdi...
Daha sonra 'Gümüş Çağ' , ardından 'Tunç Çağ' gelmiş, eşitsizlikler başlamış, hastalıklar artmış, insanlar aralarında savaşmaya başlamışlardı...
Sonunda 'Demir Çağ'a gelinmiş insanoğlu kendine yabancılaşarak adeta yeniden hayvanlaşmıştı...
Ama sonunda yeni bir 'altın Çağ' gelecek, insanlık yeniden mutlu günlerine dönecektı.
***
Biz, mitolojiden değil tarihten ve bilimden yola çıkarak benzer bir sonuca varıyorduk...
insanlar bir zamanlar 'ilkel komünal' düzende adeta bir cennette yaşar gibi yaşamışlar, sonradan üretim araçları geliştirip 'uygarlaştıkça' önce köleci, sonra feodal aşamalardan geçerek 'sanayi çağı'na yani kapitalizme ulaşmışlardı...
Sonunda kaçınılmaz olarak yeniden daha gelişmiş bilime dayalı komünal bir toplum kuracaklardı.
***
Bu mutlaka böyle olacaktı; çünkü modern sanayi ve kapitalizmin yarattığı işçi sınıfının içinde yaşadığı koşullar onun düşüncelerini bu yönde şekillendirecek, 'yanlış bilinç' yerini 'doğru bilince' birakacak ve tarih sonunda 'mutlu sona' ulaşacaktı!..
Bu düşünce sistemi, Hesiodos'un 'Altın Çağ' ile ilgili mitolojik öyküsünden farklı olarak üretim ilişkilerinin birbirinden doğarak gelişmesine dayandığı için görüşlerimizin bilimsel niteliğinden emindik...
Bilimin ve gerçeğin çarkı dönecek, altın çağ 'bilimsel sosyalizm' olarak yeniden dünyaya gelecekti.
***
Bu düşüncelerimiz, Marx ve Engels'in geliştirdiği kuramla da desteklenmekteydi...
Karl Marx, 'Kapital' adlı yapıtıyla kapitalizmin temel mekanizmalarını dahice sergilemişti... Daha sonra bu düşünceler felsefi, ekonomik ve siyasal yönlerden geliştirilerek sanayi çağının en güçlü ülkelerinden biri olan Almanya'da, kurulan işçi partisinin resmi ideolojisi haline gelmişti...
Söz konusu düşüncelerin evrensel geçerliliği de tartışılmazdı, çünkü hem Birinci hem de İkinci Enternasyonale mensup işçi partilerinin hemen tümü bu düşünceleri benimsemişti.
***
Bu düşüncelerin karşısında insan davranışlarını toplumsal çevrenin değil içgüdülerin, başka bir deyişle 'doğanın' ya da 'insan tabiatı'nın belirlediği şeklinde düşünceler yer alıyordu...
Bu düşünceleri ortaya atanlar, genellikle insanları doğanın ürünü olan bazı farklı özellikler temelinde 'ırklar' halinde sınıflandırıyor ve bunların eşit olmadığını savunuyorlardı (tabii kendilerini de 'üstün ırk'ın mensubu olarak görüyorlardı).
Bu düşünürler, politik alanda 'aşırı milliyetçi' partilerin 'fikir babaları' haline gelmişler ve 'beyaz ırkın üstünlüğü' sloganıyla Batı kapitalizminin, daha sonra da emperyalizmin yayılmacılığını savunan ideolojiler geliştirmişlerdi...
Nazi ve faşist akımlar, bu ideolojiyi kullanarak Almanya ve İtalya'da iktidar olmuş ve İkinci Dünya Savaşı'nı başlatarak dünya çapında muazzam soykırımlara ve yıkımlara yol açmışlardı.
(Devam edecek)