Önceki yazımızda 30 Ağustos zaferinden sonra bile 'cumhuriyet' sözcüğünün bir tabu olarak görüldüğünü ve Mustafa Kemal Paşa'nın 'cumhuriyet kuracağı yönündeki söylentiler' üzerine kendisinin en yakın arkadaşları tarafından siyasetten çekilmeye zorlandığını söylemiş...
Atatürk'ün, barış görüşmelerine emperyalist ülkeler tarafından Padişah'a bağlı İstanbul Hükümetinin de davet edilmesi üzerine bir 'emrivaki' ile saltanatı ortadan kaldırdığını sözlerimize eklemiştik...
Yazımızın sonunda Nutuk'tan Atatürk'ün şu sözlerini aktarmıştık: 'Rauf Bey kürsüden iki kez konuştu ve dahası, padişahlığın kaldırıldığı günün bayram kabul edilmesini de önerdi.(...) Bu tutum ve davranış nasıl yorumlanabilir? Rauf Bey, eski inançlarını değiştirmiş miydi? Yoksa bu inançlarında eskiden de içtenlik yok muydu? Bu iki noktayı birbirinden ayırmak ve biri üzerinde tam bir kanı ile yargıda bulunmak güçtür.' (Bkz. Söylev, II. cilt. s. 501-502)
***
Atatürk'ün o dönemde çok kısa bir zaman dilimi içinde Rauf Bey'in gösterdiği bu değişim karşısında şaşırması ve 'Acaba eski inançlarını mı değiştirdi, yoksa bu inançlarında eskiden de içtenlik yok muydu?' diye sorması doğaldı...
Ancak Rauf Orbay'ın yaşamının sonraki bölümünde siyaseten hep 'cumhuriyetçi' bir konumda kalması günümüzde daha farklı bir yorumu da mümkün kılmaktadır...
Rauf Orbay, padişaha ve halifeye babadan kalma bir saygı beslese ve cumhuriyete karşı çıkarken önyargılarının esiri olsa bile namuslu, dürüst ve yurtsever bir insandı. O, kendisi kabul etmek istemese de, padişahlığın ortaçağa ait bir kurum olduğunu ve yeni Türkiye'de bu kurumun artık varlığını sürdüremeyeceğini içten içe görmekteydi. O nedenle Atatürk'ün kendisini cumhuriyeti ilan etmekle görevlendirmesi üzerine hayatının başka dönemlerinde yaptığı gibi görevinden istifa ederek inançları doğrultusunda hareket etmek yerine eski inançlarında ısrar etmeyi bırakmış ve 'padişahçılık' defterini kapatmıştı.
***
Ne var ki, ülkede 'padişahçılık' defterinin kapanmasını kabullenemeyenler ve yeniden ortaçağa özgü kulluk rejjimini geri getirmeyi hayal edenler de vardı...
Onlar, daha sonra Rauf Bey'in Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele gibi arkadaşlarıyla birlikte kurduğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırka'sını, kendilerini gizleyerek içinde organize olacakları bir 'odak' olarak görmüşler ve 1925 yılında Şeyh Sait isyanı sırasında bu partiyi bir 'örtü' olarak kullanarak cumhuriyet rejimini yıkmaya çalışmışlardı...
Benzer bir durum 1930 yılında Atatürk'ün desteğiyle yakın arkadaşı Fethi Okyar tarafından kurulan ve cumhuriyeti tek partili olmaktan çıkarıp çok partili parlamenter bir rejime dönüştürmeyi amaçlayan Serbest Fırka olayında da yaşanmış, partinin hızla karşı devrimin örgütlendiği bir odağa dönüşmesi üzerine Fethi Bey partisini kapatmak zorunda kalmıştı.
***
Peki, bunca karşı çıkışa rağmen başlangıçta Atatürk'ten başka kimsenin adını ağzına alamadığı, daha sonra gericilerin ayaklanmalarla defalarca yıkmaya çalıştıkları cumhuriyet nasıl olmuştu da onca fırtınaya göğüs gererek kesintisiz 99 yaşına ulaşmıştı?..
Bu sorunun tek bir cevabı olabilir: Cumhuriyeti kuran güç başlangıçta ülkeyi işgalden kurtaran muzaffer bir komutanın iradesi olsa da, zaman içinde 'halk', en azından 'idarecilerini kendisinin seçmesine olanak veren bir yönetim biçimi olarak bu sistemi benimsemiş, 'kula kul olmak' yerine 'ülkenin efendisi' olmayı seçmişti...
O nedenle ülkede cumhuriyet döneminde farklı siyasal rejimlerin uygulanması (tek partili rejim, çok partili rejim, hatta askeri rejimler) ve farklı partilerin iktidara gelmesi onu pek fazla rahatsız etmemiş, ama ne zaman, tutucu kesimler, cumhuriyet idaresinin varlığını tartışmaya, 'keşke Yunan galip gelseydi de cumhuriyet idaresi kurulmasaydı' demeye ya da 'cumhuriyet dinimizi elimizden aldı; kültürümüzü dilimizi bize unutturdu' (!) diyerek onu aşağılamaya kalkışsalar onlara bekledikleri desteği vermemişti...
***
Cumhuriyeti 99 yaşına kadar kesintisiz olarak yaşatan güç bu olmuştur...
Bir zamanlar devlet tarafından örgütlenen resmi törenlerle kutlanan bu bayramın günümüzde bir halk şenliğine dönüşmesi...
Ve Atatürk'ün kabrinin her 29 Ekim'de siyasi görüşü ne olursa olsun tüm vatandaşları kendisine çeken ulusal bir 'ziyaretgah' haline gelmesi, bu gücün gelecekte de onu yaşatacağının en büyük göstergesidir.