Son yazımızda CHP'nin 1977 seçimlerinde aldığı yüzde 41,4 oy oranına, parti içindeki bazı bürokratik unsurların savunduğu gibi 'sağın diliyle konuşmak' yerine toplumsal sorunlara 'toprak işleyenin, su kullananın' türü radikal çözümler üreteceği mesajını veren bir yol izleyerek ulaştığını belirtmiştik...

O dönemde CHP'nin kazandığı illere bir göz atarsak, günümüzde 'sağın kalesi' durumundaki bir çok ilde, örneğin, Konya'da, Yozgat'ta, Maraş'ta, Malatya'da, Sivas'ta, CHP'nin 'birinci parti' konumuna geldiğini görürüz...

Hiç kuşkusuz, bu başarıda köklü toplumsal çözüm önerilerinin yanı sıra, Kıbrıs harekatından sonra ABD tarafından konulan silah ambargosuna direnmek gibi 'ulusalcı' tutumlar da büyük rol oynamıştı.

***

Gelin görün ki, 12 Eylül darbesinin ardından ülkede sağın yükselişinden Ecevit de etkilenmiş ve girilen bu yolun sonunda ekonomi IMF'ye ve Dünya Bankası yöneticisi Kemal Derviş'e teslim edilince bir önceki seçimde yüzde 22 olan oy oranı 2002 yılında yüzde 1'lere kadar düşmüştü...

Bu olaydan ders almayan Kemal Kılıçdaroğlu da aynı yolu izliyor ve 2011 yılında ilk girdiği seçimde aldığı yüzde 25,98 oy oranını seri yenilgiler sonucu son seçimlerde yüzde 22'lere kadar indirmiş bulunuyor...

Bu inişte, hiç kuşkusuz iktidara gelirse ekonominin yönetimini tekrar Kemal Derviş'e teslim edeceğini açıklaması, sağcı politikalarla oy oranını artırmaya çalışması ve 'sağın dili' ile konuşması önemli bir rol oynuyor.

***

Oysa, son seçimlerden önce 7 Nisan 2018 tarihinde CHP'ye bir sunum yapan KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır'ın, CHP'ye yaptığı öneriler tam aksi yöndeydi...

Türkiye'deki seçmenin yüzde 45'inin partisinin olmadığını söyleyen Ağırdır, bu durumun yarattığı oy geçişkenliğinin CHP'nin en büyük şansı olduğunu belirtmiş ve parti yöneticilerine 'Şunu dersem iktidar bizi şöyle tarif eder' gibi korkuların aşılması tavsiyesinde bulunduktan sonra, 'Bu kişilerin değişim özlemi var ama umut vaat eden bir yapı da bulamıyorlar. CHP umut vermeli, CHP'nin bir ütopyası olmalı' demişti.

Buna karşılık, Kılıçdaroğlu, bir önceki Cumhurbaşkanlığı seçiminde Ekmeleddin İhsanoğlu gibi toplumda hiçbir karşılığı olmayan ve adaylığı AKP'ye danıştıktan sonra kabul ettiğini açıklayan bir isimle başarı arayıp başarısızlık bulduktan sonra son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Abdullah Gül'ün adaylığına umut bağlamıştı.

***

CHP'nin (ve DSP'nin) ne zaman 'sağın dili' ile konuşup, sağcı politikaları hayata geçirmeye kalksalar bozguna uğradıkları açık bir gerçektir...

Buna rağmen, CHP yöneticilerinin hala 'sağın dili' ile konufşmakta ısrar etmeleri gerçekten anlaşılması güç bir tutumdur...

Üstelik, bu tutumun yol açtığı yenilgiler salt ülkemizde değil tüm dünyada yaşanmaktadır.

***

Dünyanın 1980'li ve 90'lı yıllarda yaşadığı 'sağcılaşma'nın sosyal demokrat ve 'sosyalist' partileri de etkilediği ve sağa sürüklediği bilinmektedir...

Ancak günümüzde bu eğilimin sonuna gelindiğini gösteren belirtiler giderek artmaktadır...

Son yıllarda kitleler, 'küreselleşme' olgusuna karşı duydukları tepkinin de etkisiyle 'geleneksel' sağ ve merkez partilerden koparak yeni arayışlara girmektedir.

***

Bu arayışların kimi zaman 'aşırı milliyetçi ve sağcı' partilerin güçlenmesine yol açması kimseyi şaşırtmamalıdır...

Değişim arayışı eğer 'sol kesimde' kendisine cevap verecek bir parti bulamıyorsa, 'ulusal çıkarlar' adına ortaya çıkan ve kimi zaman 'sol' bir jargon kullanan sağcı partilere kayabilir...

Bunun en açık örneği, 1930'lu yıllarda Almanya'da 'geleneksel' partilerden kopan kitlelerin kitlelerden kopuk sol partilere değil, 'Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi' adını taşıyan Nazi partisine destek vermesidir.

***

CHP yöneticileri, bir şeyin aslı varken kimsenin sahtesine itibar etmeyeceği gerçeğini unutmuş görünmektedir...

Unuttukları şeyler arasında 'Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak' özdeyişi de bulunmaktadır...

Bu yolda devam edilirse, işin tabiatı icabı CHP kitleler tarafından 'sahte solcu bir parti' olarak değerlendirilecek ve geleneksel oylarından geriye kalanı da zaman içinde kaybedecektir.