Başını bilgisayarın monitörüne gömmüş, ekranda beliren takvime bakıyordu.
Zor gelen matematik sorusunun çözümünde parmak hesabına başvuran çocuklar gibiydi.
Arada bir başını kaldırıp, bakışlarını tavana yöneltiyor, içinden bir şeyler hesapladığı dudaklarının kıpırdamasından belli oluyordu.
Yüzünü buruşturarak 'Tüh be'' dedi.
'Bu bayram denk gelmedi'' diye söylenerek kalktı masadan.
Tüm neşesi gitmişti. Borç-harç da olsa uzun süreli tatil olanağı, takvimin azizliğine uğramıştı.
Koltuğuna otururken, 'belki de iyi oldu'' diye mırıldanarak, uğradığı hayal kırıklığının yarattığı olumsuz havadan sıyrılmaya çalıştı.
Öyle ya, üst üste binen borçlar arşa ulaşmış, kredi kartları da sıfırı tüketmişti.
Uzun sürelisi bir yana, tatil O'nun nesineydi.
'Hadi gözünü karartıp bir halta giriştin diyelim, gittiğin yerde ne yiyip, ne içeceksin?'' diye düşündü.
'Bırak oteli-moteli bir yana, otobüs biletleri bile uykularını kaçıracak seviyelere gelmişken ne işin var tatilde'' diyerek teselli aradı.
Sonra eski bayramları anımsadı birden…
'Nerede o bayramlar'' diye iç geçirdi.
Sosyal ilişkilerin, dayanışmanın, yardımlaşmanın tavan yaptığı bayramlar.
İnsanların daha özenli giyindiği, minik yüreklerin kuş misali pır pır ettiği, akraba ve komşu ziyaretlerinde dostça tokalaşıp, kucaklamaların yaşandığı bayramlar…
Arife gününden başlayan ziyaret programları…
Önce aile büyükleri. Evlenip de yuvadan ayrılmışsan önce anne-baba…
Sonra akrabalar, ardından mahalle ve apartman komşuları…
Ankara'da yaşıyorsan eğer Gençlik Parkı…
Uçan sandalyeler, dönme dolaplar, çarpışan otomobiller…
Babaların aklı ise verilecek molada…
Fokurdatılacak nargilede…
Tabii bir de hayvanat bahçesi…
Yalnız küçüklerin değil, büyüklerin de gözdesi.
Aslanla aslan, maymunla maymun olmaya çalışan, kükremeleri, daldan dala konmaları şaşkınlıkla izleyen minikler.
Derinlere daldı…
Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme…
Ne çok özlemişti o günleri…
O eski bayramları…
Kaçmaları değil, kucaklaşmaları…