'Derin bir soluk alıp kalbimin eski böbürlenişine kulak verdim. Va-rım, va-rım, va-rım.' der Sylvia Plath. Sinema ve tiyatro sanaçısı Miraç Eronat da o 'tok' sesiyle tıpkı Plath gibi 'Va-rım, va-rım, va-rım' diyor… Eronat'ın sesindeki o 'tok'luk hissi usta oyuncu Ayla Algan'ın ses tonuna benziyor. Eronat, sesindeki 'tok'luğu annesine borçlu olduğunu söylüyor. 'Annemizin bize bıraktığı yadigar' diyerek gözlerini kaçırıyor. Aslında o yetişkin kendinden emin kadınların her birinin bir buruk hikayesi var… Ünlü oyuncu Eronat, 2016 yılında annesini kaybetmiş. Annesinin yokluğuna hala alışmaya çalışan Eronat, onun desteğiyle başlamış bu düş yolculuğuna… Babasının görevi nedeniyle çocukluğunda babası ile çok zaman geçirememiş olmanın hüznü ile başarısını ve yaratıcılığını annesine borçlu. Annesi ile arasında büyülü bir bağ var… Eronat annesini anlattırken o sıra beynimde Nilgün Marmara'nın '…nasıl bir ak konutun isteklendiricisi oldun anılarıma düz baktıran ah, ben pembe fistanımla kuşanırdım dantelalı tafta yumuşaklıkla savaşırdım kovmaya, çifte yetkeyi hiçlemeye annemi ve uykuyu…' dizeleri uçuşuyor. Eronat, annesinin özlemini ablası Zeynep Eronat'la gidermeye çalışıyor. Ablası için 'Tıpkı annem gibi' diyor. Eronat'ın ablası Zeynep Eronat da kardeşi gibi ünlü bir sinema ve tiyatro sanatçısı. İki kardeş 'Parmaklıklar Ardında' ve 'Kızıl Elma' dizisinde aynı sahnede buluşmuşlar. Şimdilerde ise abla ve kardeşin hayali aynı oyunda buluşmak... Eronat, Zeki Demirkubuz'un 'İtiraf' filminde de Ayşe karakteri ile rol almış. Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü'nden mezun olan Miraç Eronat, 1970 yılında Isparta'da doğmuş. Trabzon Devlet Tiyatrosu'nda oyuncu olarak tiyatro hayatına başlamış, daha sonra da Ankara Devlet Tiyatrosu'na geçmiş. Sadri Alışık Tiyatro Oyuncu Ödülleri'nde Yılın En Başarılı Kadın Oyuncu Ödülü''nü almış ve Tiyatro Eleştirmenler Birliği tarafından da 'Yılın Kadın Oyuncusu' seçilmiş. Ünlü oyuncu ile hikayesini ve tiyatroya dair konuştuk.
• Meslek hayatınıza nasıl ve nerede başladınız?
Isparta doğumluyum. Babam devlet memuru olduğu için Isparta'dan sonra Bandırma'ya gitmişiz. 5-6 yaşlarında ise Ankara'ya gelmişiz. Annemin zoruyla uzun yıllar bale yaptım. Şimdi düşünüyorum da annemin tek sosyalleşme aracı bale kursundaki kadınlarla bir araya gelip iki muhabet etmek ve bir bardak çay içmekmiş. Annem beni sürekli baleye sürüklüyor. Kızıyorum. 'Diyorum ki sen giy o tütüleri niye beni sürüklüyorsun.' O da 'Gideceksin diye ısrar ediyor. Haftada 3 gün baleye gidiyorum. Her gittiğimizde problem yaşıyoruz. Annem, bir gün bir bakıyor ki bale sınavı var. Beni bale sınavına sokmak istiyor. 'Balerin olmak istemiyorum.' diyorum. Annem de sürekli 'hayır sınava gireceksin' diye ısrar ediyor. Sınava girme noktasında annem eninde sonunda beni ikna ediyor. O sıralar 11-12 yaşlarındayım. 5'inci sınıf bitecek ve ben sınava gireceğim. Sınava girmeden önce kas ölçümü yapılıyor. Kas ölçümünün yapılmasının sebebi boyunun ortalama ne kadar uzayabileceğini tahmin etmek. Kas ölçümünden sonra anneme diyorlar ki kızınızı hiç boş yere sınava sokmayın kazansa dahi bir primi olamaz. Benim dönemimde uzun balerin yok. Benim boyum da erkek balet bile yok. Ondan sonra annem beni sınava sokmadı. Ben sevinç ve üzüntü içindeyim.
BALEDEN SONRAKİ DURAĞIM TİYATRO
Sonra annem beni baleye sokamayınca ablamı tiyatro imtihanlarına sokmaya karar verdi. Çünkü annem bizim sanata yatkın olduğumuzu düşünüyordu. Ablamı konservatuar sınavına sokuyor ablam da karşı geliyor. 'Beni kim alır konservatuara, beni kim ne yapsın?' diyor. Annemin en yakın arkadaşının arkadaşı olan Güven Hokna'ya rica ediyor 'Zeynep'i çalıştırır mısın?' diye. Güven Hokna da ablama ders vermeyi kabul ediyor. Fakat o dönem öyle bir dönem ki ihtilal dönemi. Sınava gittik, annem, ben ve ablam. Annem ablama basma etek ve poplin gömlek dikmiş. Bir de ablama Kocabeyoğlu Pasajı'ndan bir çift ayakkabı almış. Ablam dünya güzeli. Dönen bir daha bakıyor. Ama biz hiç bir şeyin farkında değiliz. Ablam da güzel ve yetenekli olduğunun farkında degil. Ablam sınavı kazanıyor fakat hala inanamıyoruz inanılası bir tarafı yok. Biz sınav sonuçlarını öğrenmeye dahi gitmiyoruz. Sonunda kayıt bölümü ablamın sınavı kazandığını bildiriyor ve öyle inanıyoruz. Evet, ablam sınavı kazandı ama önümüzde çok büyük bir engel var: Babam. Babam, o sıralar Almanya'da Etibank Temsilcisi. Ablam, babamdan gizli sınava girdi. Kara kara düşünüyoruz babama nasıl anlatacağız. Halamı aradık. Rahmetli büyük halam babamın üzerinde etkili bir kadındı. Psikiyatrist ve aynı zamanda da nörologtu. Çok sağ duyulu ve sakin bir kadındı. Halam, sonunda babamı ikna etti. Babam için konservatuar bir üniversite değildi. Tiyatrocu olmak da dünyanın en berbat ve başımıza gelecek en kötü şey. Ablam çok başarılı bir öğrenci oldu. Temsilleri olmaya başladı. Bu süreçle birlikte babamın da sanata olan önyargısı kırılmaya başladı. Ve çok sevdi, çok da gurur duydu. Şimdilerde ise en büyük destekçimiz.
İLK HOCAM SEMİH SERGEN'Dİ
Sonrasında annemin ablamı konservatuvara sokmasıyla benim de tiyatro serüvenim başladı. Ablamın sınav parçalarını ben de ezberler, oynardım. Teybe kayıt yapar, bütün aileye dinletirdim. Ablamla derslerine girerdim. İlk hocam da büyük usta ve tiyatro sanatçısı Semih Sergen'dir. Derslerde bana da parça oynatırdı. Hiç hevesimi kırmadı ve 12 yaşında bir çocuğa çocuk gibi değil, sınıftaki öğrencileri gibi oyuncu adayı gözüyle baktı. Böylelikle ilk derslerime de girdim. Tiyatro artık kanıma girmişti. Liseyi bitirdikten sonra da konservatuar sınavının ilk basamağını kazandım ama ikinci sınavında elendim. Ondan sonraki süreçte de uzun süre bunalıma girdim.1 yıl daha hazırlanıp tekrar girdim sınava ve kazandım. Hayatımın bir o evresi bir de konservatuar evresi diye ikiye ayrılan döneminin başlangıcına girmiş oldum.
BAYAT BALIK GİBİ…
• Ablanız Zeynep Eronat'la 'Parmaklıklar Ardında' diye bir dizide rol aldınız? Ablanızla karşı karşıya oynamak size ne hissettiriyor?
Aslında, 'Parmaklıklar Ardında' karşı karşıya oynadığımız ikinci dizi. İlk defa 'Ablam böyle istedi' dizisinde rol aldık. Ama orada hiç karşılıklı sahnemiz olmadı. Nurtaç Erimer'in yönetmenliğini yaptığı dizide Emre Karayel, Zeynep Eronat, Lale Başar, Onur Saylak gibi isimler vardı. Çekimlerde çok eğleniyorduk. Dizide ablamla hiç karşılıklı sahnemiz yoktu. Parmaklıklar Ardında dizisinde ise ablamla karşı karşıya geldiğimizde donup kaldık. O bana bakıyor ben ona bakıyorum. Bayat balık gibi… Tekrar kayıt yine donup kalıyoruz. Nisan Akman 'Ne oldu?' diye sordu. 'Ne olduğunu bilmiyoruz' dedik. Bir şeyler oluyor ama tarif edemiyoruz. Ablam şöyle tarif ediyor 'Elimde büyüttüğüm benden bir parça karşımda onu görünce afalladım.' diyor. Ablamın karşısında dilim tutuldu, çok heyecanlandım. Oynadığı karakter çok güçlü bir karakter o zamanlar bütün Türkiye 'Ziynet Kara' diye yıkılıyor. Tam bir buçuk saat yönetmeni kan ter içinde bıraktık. Tiyatro da hiç karşılıklı oynayamadık o erken yaşta emekli oldu. İki tiyatrocu aynı sahnede buluşamadık. Ama aynı dizide oynayabildik. • Tiyatroda karşılıklı aynı oyunda buluşmak istemez misiniz? Öyle bir hayalimiz var ve projelendirmeyi de düşünüyoruz açıkçası. Ama koşulların ve daha bir çok şeyin bir araya gelmesi lazım.
DİŞLERİMİ ABLAM ÇEKTİ
• Zeynep Eronat'ın kardeşi olmak nasıl bir şey?
Şahane bir duygu… Ablam, bana 'Esas annen benim, içerdeki kadında (annem için) senin ablan' demiş. Tabi benim kafa karman çorman. 'Ama kimseye söyleme' dedi. Ablama anne dediğimi hatırlıyorum. Sonrasında annem durumu farkedip müdahale ediyor. Okula başlayacam ablamsız gitmem; dişim çekilecek ablam çeksin; bir yerimde kocaman bir çıban çıktı. 'Doktor çıbanın derhal alınması lazım' dedi. Yoksa ciddi enfeksiyon olacak. Evde kıyamet kopuyor 'Ablam çıbanı alsın' diye… Nasıl neşter alsın da yapsın. Sonunda doktor ona tarif etti, ablam yaptı. İşte ben o sıralar 4 yaşındayım ablam ise 11 yaşında. Ablam, bir sene (O öğlenci ben sabahçıydım) boyunca okula gelip yanımda oturdu. Ondan sonra da kendi okuluna giderdi garibim. 1 yıl benim başımı bekledi. Ablamla maceramız böyle başladı. Hala da anne yarımdır, sırdaşımdır, en yakın dostumdur, en çok kavga ettiğimdir, kısacası her şeyim.
İSTANBUL 24 SAAT YAŞIYOR!
• Oyunculuk için Ankara mı İstanbul mu?
İstanbul'a hiç bir zaman alışamadım. Ankara'ya hep koşarak geldim. Ankara'da kendimi daha güvende hissediyorum. Konforu çok seviyorum. Lüksü değil, konforu seviyorum. Trafik, su sorunu, kalabalık ve şehir gerçekten 24 saat yaşıyor, dinlenmiyor… Seni de dinlendirmiyor.
• Oyunculukta kişisel sınırlarınız var mı?
Sanatın insanın en derinlerini kazıyıp çıkartmasını insanı deşeleyip ve eşelemesini çok seviyorum. Ancak insana ait olup da gösterilmesinin, ifade edilmesinin çok zor ve aslında benim için gereksiz olduğu durumlar var. Cinsellik gibi. Üstelik de bunun izleyici potansiyelini arttırmak için yapıldığını hesaba katarsak kendimi o anlamda asla malzeme yapmam. Bedenim kutsaldır ve cinsellik de insanın sadece ve sadece kendine ait olması gereken bir duygudur. Sanat için falan gibi saçma sapan söylemleri önemsemiyorum ve ciddiye almıyorum. Özel olanı bana ait olanı kimseyle paylaşmam. Estetik de bulmuyorum zaten. Ahlaki de bulmuyorum… • Yaşadığınız hayattan, bulunduğunuz yerden memnun musunuz? Benim hayalim daha çok nerede olmak istediğim değil de mesleğimin nerede olmasını istediğimle ilgili. Ya da sanatın niteliğinin daha yüksek olmasını isterdim. Halkla ve devletle arasına bu kadar mesafe girmemiş olmamasını isterdim. KIRGINIM Türk toplumuna kırgınım. Tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış misali… Diziler, esas kız esas oğlan istiyor. Onun yanında tiyatrocuları kullanıp diziyi kalkındırmanın peşindeler. Tabi ki biz görsel bir iş yapıyoruz. Tabi ki bedenimize bakmak zorundayız. Ama 90-60-90 olacağım, burnum kalkık olacak ve kaşlarım mutlaka havaya bakacak demek değil ki… Toplum benden bunu bekliyor. Toplum iki yüzlü. Kendi olamadığı için o misyonu bana giydiriyor. Sonra oturup onu hiç acımadan linç etme kıvamında eleştiriyor. Toplumun benimle de mesafesi bu nedenle açıldı. Bizi niye şekillendiriyorsunuz, niye öteliyorsunuz? Neden işini iyi yapan insanlar tü kaka ve neden işin mahiyetinden bi haber insanlar bize direktif veriyor.
İKİ ÖDÜL ALDIM
• Oynadığınız bir oyun var mı?
'Muhteşem Diva'da oynuyorum. Sezon bittiği için ara verdik. Florence Foster JENKINS'in gerçek yaşam hikayesini anlatıyor. Sesi çok kötü olmasına rağmen hayallerinin peşinde koşarak opera söylemekte ısrar eden, gerçekleri göremeyecek kadar kendini hayallerine kaptırmış ve aileden kalan bütün servetini bu uğurda harcamış bir kadını canlandırıyorum. Adı gibi muhteşem bir sezon geçirdik. Ekip ve yönetmenle çok iyi bir sinerji yakaladık. Bu oyundan iki ödül aldım. Sadri Alışık Ödülleri'nde Komedi Dalında Yılın En İyi Başarılı Kadın Oyuncusu Ödülü ve Türkiye Eleştirmenler Birliği tarafından Yılın Kadın Oyuncusu seçildim. İlk oynadığım oyun Matruşka. İlk ödülümü de ilk oynadığım 'Matruşka' oyunundan aldım. • Oyunculuğun yanı sıra seslendirme de yapıyorsunuz? Şu an var mı bir seslendirme projesi? Ben bırakmadım da seslendirme bizi bıraktı!.. Seslendirme yapılan film ve dizilerin seslendirme alımları durduruldu. Uzun zamandır seslendirme yap(a)mıyorum.
ÇALIŞMA KOŞULLARI İNSANİ DEĞİL
• Uzun zamandır dizilerde gözükmüyorsunuz sebebini öğrenebilir miyim?
Ankara'da olmam ve her zaman oyunumun olması. Diziler zamanla yarışıyor. Dizilerdeki çalışma koşulları hiç insani değil. 90 dakika 6 günde çekiliyor. Bunu yazan da, yöneten de, oynayan da, montajını yapan da insan, yazık. 48 saat bir çekim yaptık. Sabaha karşı saat 4. Havanın aydınlanmasını bekliyoruz. Çünkü 48 saat önce çektiğimizin devamı aydınlıkta olmak zorunda. Oynanacak karede minibüsün içinde pikniğe gidiyoruz. Ne pikniği? Elimizi kaldıracak halimiz kalmamış. Gözlerimizin içine kan dolmuş. Damlalar sıkılıyor, ayıltıyoruz birbirimizi. Koca 48 saatten bahsediyorum.
RENK HAYATIMIN MERKEZİ
• Ankara'nın tiyatro izleyicisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Ankara'da, kendini iyi yetiştirmiş bir tiyatro izleyicisi olduğunu düşünüyorum. Orta yaş üstü bir kitlemiz var. Onlar tiyatroyu çok iyi bilirler. Çünkü yıllardır seyirci olma görevini üstlenmişlerdir. Ankara izleyicisi, oyunun hayatına dokunmasını ister. Başka hangi sanat dallarıyla ilgileniyorsunuz? Resim, heykel ve seramikle de uğraşıyorum. Kocaman bir atölyem var. Güzel resim yapıyormuyum hayır ama yine de resim yapıyorum. Sonsuza kadar resim yapacağım. Renkler, beni çok etkilediği için resme evrildi yaşamım. Meğer, renk hayatımın merkezi imiş. Bunu da şöyle anladım: Türkiye'nin ön önemli yönetmenlerinden Ayşe Emel Mesci benim yaşamımı ve oyunculuk kariyerimi değiştiren ve algımı değiştiren çok önemli ve yegane isimdir. Birlikte 4 oyun yaptık. Provalarda nötr ve siyah giyinmemizi ister, yüzlerdeki ifadeleri daha rahat görebilmek için. Böylelikle oyuncu ile daha iyi iletişim kurar. Aksesuar istemez. Siyah giyinince bunalıma giriyorum. Bakıyorum dünyam hep karanlık. Meğersem ben renk ile varmışım. Yaşlanırsam da fosforlu giyeceğim. Demek ki; içim renkli benim. Renklere olan düşkünlüğümden boyalar ilgimi çekmeye başladı. İlk önce cam boyamaya başladım sonrasında da beni tatmin etmedi ve dedim ki ben kendi içimi boyayım. Böylelikle bütün boyalara 'merhaba' demiş oldum. Etkilendiğiniz yazarlar kimlerdir? Federico García Lorca, Gabriel Garcia Marguez, Oğuz Atay, İhsan Oktay Anar, Sabahattin Ali, Pablo Neruda ve Dostoyevski.