Önce biraz eskiye gidelim.
127 yıl önceye…
1892'ye..
O yılın son gününe, 31 Aralık'a…
Ulus'taki Anafartalar Caddesi'nin adı Balıkpazarı Caddesi…
Caddede şenlik var.
Küçücük bir kasaba görünümündeki Ankara coşkulu.
Orkestrası falan olmadığı için İstanbul'dan orkestra getirilmiş. Macar Orkestrası.
Bu coşku, şenlik niye derseniz?
Usunuza önce yılbaşı geliyor değil mi?
Yok canım, bambaşka bir nedeni var bu şenliğin.
'Yılan hikayesi'ne dönen İstanbul – Ankara tren yolunun nihayet bitmiş olması ve ilk trenin gelmesi…
***
Aradan 27 yıl geçer.
Yine Aralık ayının sonları. 27 Aralık.
Anadolu işgal altındadır.
Mustafa Kemal Ankara'ya gelir.
Bugünkü görkemli Ankara Gar binası yapılmamıştır henüz. İki katlı mütevazı bir bina karşılamaktadır tren yolcularını.
O mütevazı binanın ikinci katı, Mustafa Kemal'in konutu olur. Karargahı…
Sanat tarihçisi Ümit Sarıaslan'ın şu sözleri (*) ne çok şey anlatır:
'Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı'nda unutulmaz işler görecek, yokluğunda onulmaz sorunlar yaratacak demiryollarının bu yönetim yerinin üstünde 'var olmak ya da yok olmak' savaşımının 'direksiyonunu' eline alacaktır…'
O bina ki, Kurtuluş Savaşı sırasında tren vagonlarındaki nice yorgun, yaralı askeri görmüş, gözlemiştir. Sonra da gelen ve giden yolcuları... Karşılayanları, yolculayanları…
Aralarında 'Sayın vekiller' de vardır, yoksul insanlar da… Eli kelepçeli mahkûmlar da…
Ancak, bakımsız, toz toprak içinde bir alandır önü ve istasyon yolu…
Tren yolcularından bir vekil, öfkelenir bu duruma… 'Allah rızası için buralara biraz kum dökünüz' der. Hiç değilse kum! Vekilin gösterdiği 'infial' işe yaramış, kum dökülmüş istasyon yoluna, bina boyanmış, karo döşenmiştir önüne (**)…
Dahası, Nafia Vekili (Bayındırlık Bakanı) Ali Çetinkaya, yeni bir gar binası yapılması için emir vermiştir.
Yıl 1935.
Hemen bir komisyon kurulur. Genç mimar Şekip Akalın, Avrupa'ya gönderilir. Oralardaki istasyon binalarını görmesi, incelemesi için. Dönünce projeyi hazırlarr Akalın. Yapılan ihaleyi ise Abdurrahman Naci Demirağ kazanır.
Ve başlar inşaat.
27 ay, üç hafta sonra…
Tarih: 30 Ekim 1937.
Saat: 16.00.
Görkemli bir açılış töreni düzenlenir. Coşkuyla açılır gar binası…
Yapının dış yüzeyindeki Ankara, öndeki sütunlar ve sütunların üzerindeki yatay şeridi oluşturan Hereke taşları da alkışlarr coşkuyu.
Çünkü uyulmuştur komisyonun, '…kullanılacak malzemenin en iyi cinsten ve imkan olduğu kadar yerli mallardan olmasına…' şeklindeki koşullarına.
Sonraki gün gazetelerde bir haber:
'Büyük ve örnek Ankara garı, kendisine layık bir törenle açıldı.'
***
Ankara Garı, o günden bugüne ne çok insanın belleğine derin izler kazıdı. Ayrılma hüznünü ilk kez orada tadanlar oldu. Nice kavuşma sevinci şarkı gibi yankılanır duvarlarında…
O Atatürk'e ev sahipliği yapan mütevazı taş yapı ise, müze olmuştur. Atatürk'ün Söylev'inde de belirildiği gibi, '1920 ve 1922 yılları arasında alınmış nice tarihsel karara ve antlaşmaya' tanıktır. Önünde de 'alçakgönüllü bir vagon' vardır. Ümit Sarıaslan, andığım yazısında, bu vagona getirir de sözü, 'Mustafa Kemal'i Anadolu'nun bağrında gezdiren alçakgönüllü vagon da bu tarih yüklü şirin yapının önünde sessiz düşünmektedir o günleri…' der.
1994'te…
***
…Ve geldik 2019'a…
Şimdi, Atatürk'ü 'Anadolu'nun bağrında gezdiren' o 'alçakgönüllü vagonun' sessizce düşündüğü nedir acaba?
_____________________
(*) Ümit Sarıaslan, 'Kara tren Ankara'ya kavuşalı 100 yıl oldu', Cumhuriyet Gazetesi, 1 Ocak 1994.
(**) Jülide Gülizar, 'Milli bir ideal: Ankara Garı', Cumhuriyet Gazetesi, 3 Ekim 1989.