Son yazımızda Kılıçdaroğlu’nun ABD-İngiltere gezisi sırasında dile getirdiği Batılı küresel finans şirketlerinden “temiz para” getirme projesinin dönüp dolaşıp tıpkı seçim öncesinde ortaya atılan “Başörtüsü Kanunu” olayında olduğu gibi AKP iktidarına verilen bir “pas” haline geldiğini...
Kılıçdaroğlu’nun, o zaman bu olayı “Biz söylüyoruz, Erdoğan yapıyor” söylemiyle oya tahvil etmeye çalıştığını, buna karşılık Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu olayı “Pası verdiler biz de golü attık” söylemiyle kendi lehine çevirdiğini...
Neticede, CHP genel başkanlığını kimseye “altın tabak”ta vermeyeceğini ilan eden Kılıçdaroğlu’nun, Cumhurbaşkanlığı ve Meclis çoğunluğunu AKP ve Erdoğan’a “altın tabak”ta sunmuş olduğunu söylemiştik.
***
Bu “altın tabak” hikayeleri anlatmakla bitmiyor ve her geçen gün yenilerini öğreniyoruz...
Seçim öncesinde Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu ve DEVA Partisi Başkanı Ali Babacan’ın yüzde biri bile zor bulacak partilerine sırf Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığını desteklesinler diye kırka yakın milletvekilliği kontenjanı tahsis edilmesi olayı herkes tarafından biliniyordu...
Ama Davutoğlu’nun CHP kontenjanından seçilen milletvekillerini partisine transfer ettikten sonra “Ben zaten bizim sağcıların CHP’ye oy vermeyeceğini biliyordum” açıklaması sonunda bardağı taşırdı. CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, bu açıklamadan sonra Davutoğlu’na tepki gösterdi. Gazeteci Şule Aydın'ın, “Kendi seçmeninizden tabanınızın yaptığı fedakarlığa ilişkin eleştiri alıyor musunuz?" sorusuna Ağbaba şu cevabı verdi: "Tepki alıyoruz tabii ki. Bu 38 milletvekilinin verilmesini doğru bulan bir tane CHP'li yok."!
***
Bu itiraf aslında bu yazı dizisinin başından beri üzerinde durduğumuz bir gerçeği açıkça ortaya koyuyor...
CHP artık parti örgütünün ya da milletvekillerinin eleştirilerini dile getiremedikleri, getirenlerin de kendilerini en kısa zamanda parti dışında bulduğu bir “lider partisi” haline gelmiş bulunmaktadır. “Lider”, bir tane CHP’linin bile doğru bulmadığı işleri kimseye danışmadan yapabilmekte ve onca yenilgiden sonra hâlâ “on cephede on yara almış büyük kaptan” havasında pusulasız gemisini “okyanusa” doğru sürmeye devam edebilmektedir.
***
Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda Kılıçdaroğlu’na vereceği desteğin karşılığı olarak Muzaffer Özdağ’a İçişleri Bakanlığı’nın altın tabakta tahsis edilmesi olayı son günlerde ortaya çıkan bu tür olaylardan bir diğeridir...
Bu hikayeyi Özdağ anlattığında kimsenin inanası gelmemişti; ama daha sonra Kılıçdaroğlu’nun kendisi de olayı doğrulamak zorunda kalmıştır...
İşin ilginç tarafı, CHP içinde Kılıçdaroğlu’nun en yakın yardımcıları da dahil kimsenin bu “ikram”dan haberinin olmadığını Özgür Özel de itiraf etmiştir.
***
Bu ortamın oluşmasından yalnızca Kılıçdaroğlu’nu sorumlu tutmak elbette doğru değildir. Seçimler öncesinde Kılıçdaroğlu ve ekibine yöneltilen en küçük bir eleştiriyi bile “ihanet” olarak gören ve eleştiri yöneltenleri “terörize” eden medya mensupları ve parti yöneticileri de ortaya çıkan durumdaki rollerini yeniden düşünmek zorundadır...
Bu ortamı CHP’nin “eski tüfeklerinden” Kemal Anadol, şu sözlerle özetlemektedir:
“(Seçim öncesinde) muhalefeti destekleyen medya, köşe yazarları, birçok parti yöneticisi ve trollerin estirdiği havaya hiçbir seçimde tanık olmadım. Bunlar topluma dehşet saçıyorlardı. ‘Bu seçim köprüden önceki son çıkış’ diyorlardı.‘Bu yapılacak son seçim’ diyorlardı. Toplum büyülenmişti sanki! Seçim kazanmaya yönelik akılcı hiçbir öneriye tahammülü yoktu. Kılıçdaroğlu ve altılı masayı oluşturanlar her türlü yanlışı yapmakta özgürdü! (...) Partinin üst yönetimi de bu ortamdan hoşnuttu. Birisi çıkıp ‘Ne son seçimi arkadaşlar? Seçimi kaybedersek dünyanın sonu mu olacak? O zaman tek adama teslim mi olacağız?’ dese sonu belliydi. Linç edilmek! Olayları dikkatle izleyenlerin kimsenin, ateşten gömlek gibi halkı yakan hayat pahalılığı bir yanda dururken, çoktan gündemden çıkmış türban sorunuyla ilgili yasa önerisi veren Kılıçdaroğlu’na yanlış deme hakkı yoktu. Cumhuriyetin kurucu değerlerine yaşamı boyunca karşı koymuş kişi ve kuruluşlarla helalleşmenin oy getirmeyeceğini anlatmak olası değildi. Kılıçdaroğlu, dar bir danışman kadrosuyla oluşturduğu politikaları akşamları sürpriz görüntülerle televizyon ekranında canlandırıyor, Parti Meclisi üyeleri, milletvekilleri ve parti örgütü de bunları sıradan bir yurttaş gibi izliyorlardı”
(Devam edecek)