Son yazımızda, 1937'de Atatürk'ün hastalığının ölümcül olduğunun anlaşılmasının ardından Mareşal Fevzi Çakmak'ın fiilen yönetimi eline aldığını...
Önemli bir bölümü Şevket Süreyya Aydemir gibi komünizmden Kemalizme geçenlerden oluşan 38 Kuşağı'nın 'sol' kesiminin bu durum üzerine alarma geçtiğini...
Ve Nazım Hikmet'i devlet içindeki bazı güçlü kişilerle tanıştırarak hem onu hem de kendi konumlarını korumaya çalıştıklarını söylemiştik.
***
Şevket Süreyya Aydemir, bu dönemde Ankara'ya gelen Nazım'ı Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile buluşturma planını şöyle anlatır:
'Nazım'a 'Bu akşam bizde buluşacağız ama, dedim, Emniyet Genel Müdürünü de davet ettim.' 'Katiyyen gelmem.' dedi. 'Senden kimseye medhü sena (övgü) beklediğimiz yok. Şükrü Bey'i (Sökmensüer) henüz az tanımakla beraber Şükrü Kaya için daha kesin konuşuyorum, aklına ne gelirse, nasıl düşünürsen , dilediğin gibi konuşabilirsin, bunlar Ankara'nın bu seçkin insanları arasında kalacaktır.' dedim. (...) Bunun üzerine 'Peki', dedi, (Bkz. 'Tarihe Tanıklık Edenler', Arı İnan ile röportaj, s. 267-68)
***
O gece İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Çankaya'dan çağrıldığı için Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer toplantıya yalnız gelir ve Nazım ile samimi bir sohbet yapar. Daha sonra Nazım'ı kendi makam arabasıyla evine bırakır. Ertesi gün İçişleri Bakanı Şükrü Kaya da Nazım'ı makamında kabul eder. Şevket Süreyya, ne yapıp edip Nazım'ı Ankara'ya getirmek gerektiğini düşünmekte, Şükrü Kaya da bu düşünceye katılmaktadır. Sonunda Şükrü Kaya ve Şevket Süreyya şu formül üzerinde anlaşır:
'Nazım'a dedim ki: 'Sen bir müddet Ankara'da kal. Bende kalabilirsin. ve iki ay kadar bir gezi yap Anadolu'da , istediğin yere git. Herhangi bir müşküle uğradığın zaman gittiğin yerde, beni bulursun. Farz edelim beni bulamadın Sökmensüer'i ararsın. O da olmadı valiye söylersin Şükrü Kaya'yı bulur. Ve biz hepimiz malümattarız (haberliyiz). Senin bu seyahatini hiç kimse engellemeyecektir. Sonra burada Halkevi'ne küçük bir iş yapabilirsin. O da bir tercüme olabilir mesela. Ne yazarsan yaz; maksat senin bu gezini finanse etmektir. (...) Beğenmedin geri gel. Kalmayacağım Ankara'da deyip gene git. Ama bunu bir iki ay zarfında düşün ve memlekette ne görüyorsan, sefalet bilmem ne, doğuda batıda hepsini açıkça yaz, hiç kimse engel olmayacaktır.'
Ve son olarak ekler: 'Bu arada memleketi idare eden diğer şahsiyetlerle seni temas ettireceğim.' (a.g.e., s.269-270)
Şevket Süreyya'ya göre Nazım bu teklifi kabul eder.
***
Şevket Süreyya, gelişmelerden memnun bir şekilde, 'Nazım yavaş yavaş bizi anlamaya çalışıyor' diye düşünmekte, o sırada İstanbul'a vali vekili olarak atanmış bulunan Şükrü Sökmensüer ile İçişleri Bakanı Şükrü Kaya da bu gelişmeleri memnuniyetle izlemektedir...
Ancak...
Tam da bu gelişmeler yaşanırken Nazım Hikmet 'askeri isyana teşvik etmek' suçlamasıyla askeri mahkeme tarafından tutuklanır. Şevket Süreyya, 'Tevkifler tamamen Fevzi Çakmak'tan geldi' der ve bu olay üzerine hemen İstanbul'a gider. İstanbul'da CHP Genel Sekreteri Recep Peker'i bulur. Ona, 'Bunu (Nazım'ı- EG) inkılaba daha yakın kılmak için bir hazırlık içindeyiz. Şükrü Kaya ve Sökmensüer de bu işten haberdardı' der. Peker'in cevabı şöyle olur:
'Bunları biliyorum, fakat bu tevkifi emreden Fevzi Çakmak'tır. Bunu kurtarmak kabil değil. Bırakacağız, ne olacaksa olacak.'
***
Şevket Süreyya Aydemir, son bir umutla Fevzi Çakmak'ın 'yakın adamı' ve kendisinin komşusu olan Askeri Temyiz Mahkemesi Başsavcısı Münir Paşa'ya gider...
Onunla konuştuktan sonra, 'Anladım ki Çakmak'ın emri geniştir, sarihtir (açıktır) ve Askeri Yargıtay gelecek bütün hükümleri tasdike hazırdır.' der...
Aydemir'in, bu konuyla ilgili anıları şöyle sona erer: 'Nazım Hikmet'in hikayesi böyle oldu ve ondan sonra 12- 12,5 sene süren işkenceler, hakaretler, vs ve maalesef bir hiç uğruna gitti.'
***
Donanma davasında Nazım Hikmet ile birlikte tevkif ve mahkum edilenlerden biri de Türkiye'de Marksist teoriye yaptığı özgün katkılarla tanınan Dr. Hikmet Kıvılcımlı'dır...
Bu dönemi inceleyen Yalçın Küçük, 1930'lu yılları, Türk aydını için havuç ve sopa politikasının yoğun olduğu yıllar olarak tanımlar ve uyumsuz olanların tasfiye edildiğini savunur. (Küçük, 1983, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C. 1, İstanbul: İletişim Yayınları).
Küçük'ün analizi doğru saptamalar içerse de tutuklama olaylarının neden tam da 1937 yılında, Atatürk'ün hastalığının ortaya çıktığı ve iplerin Fevzi Çakmak'ın eline geçtiği dönemde gerçekleştiğini açıklamaktan uzak kalır.
(Devam edecek)