30 Ağustos, ulusal kurtuluş savaşımızın noktalandığı ve çağdaş Türkiye'nin kuruluş sürecinin başladığı tarihtir...
Bu süreç, yalnız ülkemiz açısından değil, dünya açısından da önemlidir...
Ulusal Kurtuluş Savaşı, ezilen uluslara, doğru bir şekilde yönetildikleri takdirde emperyalist ülkelerin oluşturduğu bir ittifakı bile yenebileceklerini göstermiştir.
***
30 Ağustos zaferinin muzaffer komutanı Mustafa Kemal Paşa'nın esas başarısı ise, kazandığı askeri zaferlerin ona verdiği kudret ve meşruiyetten yararlanarak, çöküntüye uğramış ve parçalanmış bir imparatorluğun enkazından modern bir devlet kurmayı başarabilmiş olmasıdır...
Bu başarıda hiç kuşkusuz kazandığı askeri zaferler çok önemli bir rol oynamıştır...
Ama bu zaferler, akla ve bilime dayalı 'Cumhuriyet projesi' ile desteklenmemiş olsaydı, cephede kazanılan tüm askeri başarılar, iç cephedeki güçlü muhalefetin onun önüne çıkardığı engelleri aşmaya yetmez, dolayısıyla Mustafa Kemal Paşa 'Atatürk' olamazdı.
***
Kısacası, Mustafa Kemal Atatürk'ün şahsında şu üç unsur birbirine sıkı sıkıya bağlanmıştır:
Akılcı ve bilimsel görüşe dayanan bir proje...
Bu projeyi gerçekleştirmek için gerekli olan kudret ve meşruiyet.
***
Tarih, bu üç unsurdan birinin bile noksan olması durumunda bir çok ulusal kahramanın siyasi yaşamının nasıl yenilgilerle noktalandığının örnekleriyle doludur...
Örneğin, Napolyon Bonapart, Fransa'nın başına geçtiğinde girdiği tüm savaşları kazanmış yetenekli, cesur ve prestijli bir liderdi...
Ama askeri zaferler sonucu kurduğu İspanya'dan Moskova'ya kadar yayılan imparatorluk, 'akılcı ve bilimsel görüşe dayalı bir proje'nin ürünü değildi...
Napolyon, savaş kazandıkça gücünün ve kudretinin arttığını görmüş, ancak her savaştan sonra idari ve siyasi güçlüklerle karşılaştıkça uğradığı güç kaybını telafi etmek için yeni savaşlar peşinde koşmak zorunda kalmıştı...
Sonunda Rusya kapılarına dayandığında orada durup eline geçirdiği ülkeleri başarılı bir biçimde organize edebilseydi yine de uzun bir süre kıta Avrupası'nı yönetebilirdi. Çünkü Rusya, savaşın sonucu ne olursa olsun Fransa'dan idare edilemeyecek kadar büyük, geniş kaynaklara sahip ve çok değişik unsurları bir arada barındıran bir ülkeydi. Rusya'ya karşı kazanılacak bir askeri zaferin Fransa'ya sağlayacağı kazanç, o sefer dolayısıyla verilecek kayıpların yanında hiç kalırdı...
Napolyon, bu gerçeği göremediği için Çarlık ordusunu yendiği ve Rusya'nın başkentine girdiği halde gücünü kaybetmiş ve kurduğu imparatorluk kısa bir süre sonra yıkılmıştır.
***
Alman tarihinin görüp göreceği en kudretli lider olan Hitler'in kurduğu devletin sonu da Napolyon'un kurduğu imparatorluğun sonuna benzer...
O da başlangıçta kazandığı siyasal başarıları askeri zaferlerle taçlandırmak ve ülkesini 'bin yıl hüküm sürecek' devasa bir imparatorluğa dönüştürmek sevdasına düşmüş, bu amacını gerçekleştirmek için tüm kıta Avrupasını istila ederek sonunda Rusya'yı fethetmeye kalkışmıştır...
Ama kazandığı her zaferden sonra ayakta kalabilmek için yeni zaferler peşinde koşmak zorunda kaldığı için enerjisini tüketmiş ve sonunda kurduğu devlet yıkılıp gitmiştir.
***
Mustafa Kemal Atatürk'ün büyüklüğü, yazımızın başında belirttiğimiz üç ögeyi şahsında birleştirebilmesinden kaynaklanır...
O, dünyanın gördüğü en büyük zaferlerden birini kazanmış olmanın yanı sıra bir ülkeyi güçlendirecek olan en önemli şeyin şeyin komşularıyla barış içinde bir arada yaşamak olduğunu anlamış ve 'Yurtta Barış, Dünyada Barış' sloganıyla tüm Ortadoğu ve Balkanlarda etkisini hissettiren güçlü bir cumhuriyet yaratmıştır...
Türkiye Cumhuriyeti, onun çizdği doğrultuda ilerlediği için İkici Dünya Savaşı sırasında tüm Avrupa ülkeleri harabeye dönerken, sınırları içinde tek kurşun atılmadan varlığını sürdürmeyi başarmıştır.
(Devam edecek)