Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Adnan Turani, Mustafa Ayaz, Nevzat Akoral, Zafer Gençaydın, Hasan Pekmezci, Eylül Esmer, FahrünnisaZeid, Naile Akıncı, Mübin Orhon, Arslan Gündaşgibi bir çok ismin tablolarının yer aldığı Serap ve Kadri Atabaş Koleksiyonu, 22 Mart tarihine kadar İsmail Altınok Sanat Merkezi'nde görülebilecek. 41 parçadan oluşan sergide çok özel tablolar yer alıyor.
En büyük tutkularından birinin koleksiyonerliğin yanı sıra dalmak olduğunu belirten Ressam Serap Selçuk Atabaş, bilhassa yurtdışında dalış yaptığını, dalmanın resimlerine de yansıdığını resimlerinidenizin altında çektiği fotoğraflardan esinlenip yaptığını ifade etti.
Dalmadan önceçizdiği bütün resimlerinde kedi çizdiğini şimdilerde ise dalgıçlık nedeniyle resimlerinin yeni bir boyut kazandığını belirtti. Dalgıçlığa 11 yıl önce başladığını dalgıçlık nedeniyle çizdiği kedilerin biçim değiştirdiğini ve çizdiği kedilerin artık suyun altına indiğini ifade eden Atabaş, 'Kedilerim evrim geçirdi. Artık suyun altında yaşıyorlar. Biraz ahtapot, biraz kaplumbağa ve çeşitli balıklara dönüştüler.' dedi. Kedilere çok özel bir ilgisi olduğunu söyleyen Atabaş, çocukluğundan bu yana hep kedilerle büyüdüğünü ve aralarında inanılmaz bir dostluk bağı olduğunu belirtti.
BÜTÜN PARAMI KOLEKSİYONCULUĞA YATIRDIM
Aslında Ekonomi bölümü mezunu olan Atabaş, ortaokuldan bu yana hep resim çizdiğini bir dönem devlet tiyatrolarında memur olduğunu sonrasında ise uzun yıllar bankada çalıştığını söyledi. Atabaş, çalışma hayatı içerisinde resmi hiç bırakmadığını bir çok kişiden ders aldığını ifade eden Atabaş, eşi Kadri Atabaş ile birlikte en büyük tutkularından birinin koleksiyonerlik olduğunu bütün paralarını koleksiyonculuğa yatırdıklarını söyledi.
Koleksiyonculuğa atıl takıları değerlendirme ile başladığını belirten Atabaş,çöpe atılanve atıl durumda olan takıları onarıp yeni takılar yarattığını söyledi. Göksel Kocatürk diye bir arkadaşından takı işlemeciliği konusunda eğitim aldığını sonrasında ise arkadaşı Kocatürk'ün atölye kurma noktasında çok destek olduğunu ifade etti.
Dönüştürdüğü takıları sergilerine de koyduğunu kaydeden Atabaş, 'Sergilerimde bir duvarımı da takılara ayırıyorum. Bu takılar artık hiç olmayacak takılar. Atıl takılar oldukça köklü bir geçmişe sahip.' dedi. Atıl takıları çok önceleri topladığını o dönemde kilo ile satın aldığını belirten Atabaş, 'O zamanlar uygun fiyata satılıyordu. Kilo ile alıyordum. Bütün maaşımı oraya yatırıyordum. Maaşımda yetmiyordu sadece aldıklarımın parasının yarısını veriyordum.' diye konuştu.
HEM TAKI HEM TEPELİK...
Tepelik koleksiyonunun da olduğunu belirten Atabaş, 250'ye yakın tepeliğinin olduğunu belirterek şöyle konuştu: 'Bu koleksiyonları çocuklarımıza bırakacağız. Gönül isterdi ki bir müzeye verelim. Ankara'daki müzelerin sergilendiği alanlar çok küçük. Müzeler kabul ediyor ama bu ürünleri depolarda saklayacaklar. Onun için bir anlamı da yok.Keşfetme, araştırma ve gün ışığına çıkarma güdüleriyle hareket ediyorum. Koleksiyonculuk keyifli bir hobi olmakla beraber aynı zamanda kültürü de ayakta tutan bir uğraş. Değerlerine sahip çıkan, geçmişi geleceğe taşımak isteyen, kültür hayatına katkıda bulunmak isteyen herkes koleksiyonculuğa yönelebilir' dedi.
Koleksiyon oluşturmaktan aldığı en büyük zevki, onları başkalarıyla paylaşırken yaşadığını belirten Atabaş, 'Koleksiyonculuk ilgi duyulan bir alanı derinlemesine keşfetme, geçmişini araştırma, unutulup gidenleri gün ışığına çıkarma fırsatı veriyor.' diye konuştu. ODTÜ Mimarlık Fakültesi'nden mezun olduğunu, şu an ise hem mimarlık hem de ODTÜ'de part-time eğitmenlik yaptığını belirten Kadri Atabaş ise 12 Eylül döneminde çok sıkıntılar yaşadığını hiçbir şey yapamadığını ama 1990 yıllarında ilk mimarlık bürosunu açtıktan sonra koleksiyonculuğa yöneldiğini ifade etti. Koleksiyonerliğeilk bir kaç küçük tablo ile başladığını ifade eden Atabaş, 'Resme olan tutkum nedeniyle parça parça almaya başladım. Mesleğimin etkisi nedeniyle resimden hiç kopmadım.' dedi.
12 TAKSİTLE ALDIM
Kadri Atabaş, koleksiyonerliğin Türkiye'de zenginlerin işi olarak görüldüğünü ama bu tarz düşüncelerin yanlış olduğunu belirterek şöyle konuştu: 'Dünyada güzel sanatlar alanında her sene alınıp satılan eserlerin yüzde 90'nı 1000-5000 Euro arasında değişen rakamlar. Batı ülkelerini düşünürseniz çok büyük rakamlar değil ortalama rakamlar. Küçük burjuvaların,ortalama bir gelire sahip olanların bile alabileceği eserler. Türkiye, '1980 yılından sonra burjuva yaratalım' dedi. Burjuva olmak için de aslında resim sahibi olmak lazım denilmiş.Burjuva sınıfı dünyada yüzde 10'luk bir dilimi oluşturuyor. Yani şunu demek istiyorum koleksiyonerlik üst sınıfa ait değil küçük burjuvalar da yapabilir bu işi. Mesela biz bu resimleri alırken küçük bütçelerimizle aldık ama bazıları zaman içinde değerlendi biz de şimdi alamayız. Buradakiler dostlarımızın yaşamımıza değen insanların resimleri. Zaman içinde buradaki tabloların bir kısmı daha değerlendi. Serap da ben de alamayız bu resimleri.
Mesela, Eylül Esmer'in ilk tablosunu aldığımızda Eylül 8 yaşındaydı. Eylül, Hakan Esmer'in kızı. Eylül'ün 6-8-10 yaşındaki dönemlerinden resimler aldım. Eylül'ün olağanüstü bir yeteneği olduğunu düşünüyorum. Bundan 30-40 yıl sonra Eylül, Türk resminde çok önemli bir isim olacak. Örneğin ArslanGündaş, Türkiye'nin bilmediği bir ressam. 90 yaşında yaşamını kaybetti. Bana sorarsanız Türk resminde çok özel bir yeri var. Benim iç dünyamda böyle. Bu resmi biz 2 ay önce bir müzayededen 1000 TL'ye satın aldık. O resmin etmesi gereken fiyat 40-50 Bin TL. Ama Türk resminde onu fark etmiyorlar. Resim illa parası olanların alabileceği bir şey değil. Galeriler taksit bile yapıyor. Ben bir kaç resmi 12 taksitle aldım.'
MAKASLARDAN DAKTİLOLARA UZANAN YOLCULUK
'Çok ünlü ressamların tablolarını elbette alamazsınız' diyen Atabaş 'Ama ileriki dönemlerde isim yapacak olan ressamların tabloları alınabilir diye düşünüyorum' dedi. Kapı kilidi, kapı tokmağı, havan, küçük çini parçaları, yüzükler, makaslar, daktilolar, tuğlalar toprak yağ kandilleri, Anadolu kentlerinin gravürleri, Ankara'nın ve Anadolu'nun erken Cumhuriyetyapılarının fotoğraflarından oluşan bir koleksiyona sahip olduğunu belirten Atabaş, '300 tane Ankara'nın erken Cumhuriyet yapıları bir de 200 tane kadar da Anadolu'daki erken Cumhuriyet yapılarının fotoğrafları var elimde' dedi.
Antikacılıkla koleksiyonculuğun birbirinden farklı olduğunu belirten Atabaş, 'Bir objeye antika diyebilmek için en az 100 yılın geçmesi gerekiyor ve bir de dönemini yansıtan bir özelliği olmak zorunda. Mesela elimdeki tuğlalar antika değil bir kısmı etnografik eser. Antika olması için dönemini anlatacak yansıtacak bir özelliğinin olması gerekiyor. Müzelerin dolu olmasının bir nedeni de bu. Esas temsil edenleri sergiliyorlar. Örneğin, toprak yağ kandilleri koleksiyonum antikaya girmez. Çünkü o dönemde çok sıradan bir şey. Kandillerin üstündeki desenler çok az görülmüş bir desen ise antika sınıfına girer.'
Koleksiyoner belgesinin de olduğunu söyleyen Atabaş şöyle konuştu: 'Koleksiyoncular faaliyetlerini Bakanlığa bildirmek ve Korunması Gerekli Taşınır Kültür ve Tabiat Varlıkları Koleksiyonculuğu ve Denetimi Hakkında Yönetmelik gereğince, taşınır kültür varlığını envanter defterine kaydettirmek zorunda. Eğer koleksiyoner belgeniz varsa her yıl kontrolden geçiyorsunuz. Yetkililer geldiğindeeğer çok ilginç bir şey görürse hemen müzeye alıyor. Çünkü koleksiyoncu emanetçi konumunda. Bu objeler bizim değil toplumun.'
ANADOLU ALTIN BİRİKTİRİYOR!
Sergideki tabloların her birinin bir hikayesi olduğunu belirten Atabaş, makas koleksiyonuna başladığı süreci şöyle anlattı: 'Bir kadın arkadaşım Göreme'ye gitmiş. Göreme'den geldikten sonra elinde bir paket 'O paket nedir?' diye sordum. Sana 'Hediye getirdim' dedi. Paketin içinde 10 tane makas 'Ben bir şey biriktirmiyorum bu makasları gezerken gördüm. Makasları toptan satıyorlardı sen nasılsa biriktiriyorsun diye aldım' dedi. Makas koleksiyonuna öyle başladım şimdi 100'ün üzerinde makasım var. Mesela kilit koleksiyonuma da şöyle başlamıştım: 'Bir antikacı dostumun dükkanına uğramıştım. Bir köşede iki tane kilit. Ama kilitler çok dikkatimi çekti. Bir tanesi 4 anahtarla açılan ve şifreliydi. Öbürü 5 anahtarla açılıyor. Baktım çok ilginç o iki kilidi almak istedim.O kilitleri koleksiyon için değil değişik olduğu için almak istedim. Antikacı arkadaş 'Abi ben veremem ikisini' dedi. 'Niye' diye sordum. Arkadaş, 'Bu 11 kilitli bir koleksiyon. Sahibi 11 kilidinin de aynı kişiye satılmasını istiyor. Kilitlerin sahibi o tarihte 11 kilit için 2 Bin Dolar istiyor. 2 bin Dolarım yok 'Alamam' dedim. Arkadaş kilitlerin sahipleriyle tekrar konuştu ve Bin Dolar'a halletti. O iki anahtarın hatırına 11 anahtarlık koleksiyonum oldu. Şimdi koleksiyon aldı başını gidiyor çünkü her gittiğim kentte kilit aramaya başlıyorum.'
Anadolu halkının bir şey biriktirmek istemediğini sadece altın biriktirmek istediğini belirten Atabaş, 'Altın derhal alıp kaçabileceğiniz bir şey. Anadolu halkı her sene istila görmüş çok zor ve acılı tarihi olmuş bir toplum. Hep kaçmışlar, dağlık yerlere çekilmişler istila geçmiş geri dönmüşler. Dolayısıyla sürekli iskana ve kültüre dayalı bir şey biriktirme bir şey ile bağlantı kurma yaşamını zenginleştirme duygusu çok yok. Nesilden nesile bir şeyi aktarma duygusu da çok yok. Yaşam kültüründe bu dünya geçici fani bir durak gibi... Batılı toplumu var eden aktarabilme. 5'inci, 6'ıncı, 10'uncu nesile aktarabilme. Biz de yok. Bu nedenle koleksiyon yapmanın toplumun yaşam kültürü ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Para düzeyine ve okuma düzeyine bakılınca Ankara'dan en az bin kişi de bir koleksiyonun çıkması gerekiyor ama yok çıkmıyor. Tanıdığım bir çok mimar var ama biriktiren yokbildiğim 4-5 kişi. Mimarların sanatla ilişki içerisinde olduğu zannedilir ama bizde mimarlık çoğunlukla rant ve müteahhitlikle ilgili bir şey.
Koleksiyonculuk ilgi duyulan bir alanı derinlemesine keşfetme, geçmişini araştırma, unutulup gidenleri gün ışığına çıkarma fırsatı veriyor. Belirli bir alana yönelik olduğunda da zaman içindeki gelişimini ortaya koyma şansı yaratıyor. Bir şeyi keşfetmek peşinde uğraş veriyorsunuz. Sadece ona odaklanıyorsunuz. Bana cazip gelen en güzel tarafı paylaşmak. Geçmişteki birtakım şeyleri toparlamak, gelecek nesillere bunu aktarmak keyif verici.'