Önceki yazımızda Türkiye’nin ABD ve Batı dünyası ile çelişkilerinin arttığı son dönemde Rusya ve Çin ile yakınlaşmasının tesadüf olmadığını, ancak siyasi ve askeri bağımlılık devam ettiği sürece bu yakınlaşmanın önündeki engellerin aşılamadığını...

Bu engellerin başında gelen ekonomik bağımlılığın ülkeyi borç batağı içine soktuğunu, dışarıdan kaynak bulma çabasının ise siyasi iktidarların elini kolunu bağladığını söylemiş...

Son olarak da Türkiye’nin bu tür bağımlılıklar nedeniyle BRICS, Şanghay İşbirliği Örgütü gibi yapılanmaların dışında kaldığını, Gazze savaşı sırasında kullandığı İsrail karşıtı söylemi ekonomik yaptırımlarla destekleyemediğini sözlerimize eklemiştik.

***

Son dönemde Baltık Denizinden Kızıldeniz’e kadar uzanan bir hat üzerinde siyasal ve askeri çatışmalar yoğunlaşmakta, Türkiye’nin ABD tarafından bu çatışmaların içine çekilme çabaları artmaktadır...

Türkiye’ye F-35 ve F-16 uçakları konusunda uygulanan fiili silah ambargosunun, güney sınırlarımızda PKK ve uzantılarının gerçekleştirdiği son baskınların, İsveç’in NATO’ya alınması için baskıların artırılmasının, Karadeniz’e Ukrayna’ya satılan savaş gemilerinin çıkarılmaya çalışılmasının nedeni budur...

Türkiye bu baskılara karşı direnmeye çalışmakta ancak ekonomik olarak güçlü olmadığı, acilen dış kaynak bulmak zorunda kaldığı için sürekli tavizler vermektedir...

Bütün bunlar Türkiye’nin hem ekonomik sorunlarını çözebilmek hem de ABD ve NATO’nun baskılarına direnebilmek için bir dayanak noktası bulmak zorunda olduğunu göstermektedir. Aslında Türkiye’nin son yıllarda uygulamaya çalıştığı “denge politikası”nı doğuran da bu ihtiyaçtır.

***

Peki, böyle bir dayanak noktası var mıdır?..

Evet vardır...

Bu dayanak noktası dünyada çok kutupluluğun itici gücü olarak giderek önem kazanan BRICS’tir.

***

Burada hemen bir noktayı belirtelim: BRICS ne siyasal ittifak gereği doğmuş olan bir politik örgüttür, ne de AB benzeri bir ekonomik bütünleşme örgütüdür...

Çok kısa olarak özetlemek gerekirse, topluluğa adını vermiş olan beş ülkenin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti) en belirgin amacı ABD’nin dünya ekonomisi üzerinde oluşturduğu egemenliğe son vermektir. Bu nedenle ABD’nin ve onun güdümündeki Batılı devletlerin küresel emperyalizminden şikayetçi olan ve bu fiili durumu değiştirmek isteyen bir çok devlet, farklı siyasi eğilimler taşımalarına ve farklı rejimlerle idare edilmelerine karşın topluluğa katılmak için sıraya girmiş bulunmaktadır...

Topluluğun gücü de yarattığı bu “gevşek” yapıdan doğmaktadır.

***

Kısaca hatırlatalım...

BRICS içinde Çin ve Rusya gibi ABD ve Batı hegemonyası ile ekonomik ve siyasi alanlarda açık bir çatışma içinde olan devletler bulunduğu gibi Suudi Arabistan gibi yakın zamana kadar ABD’nin Ortadoğu’daki en yakın müttefiki olmuş ülkeler de yer almaktadır...

Geçtiğimiz yılın Ekim ayında topluluğun yapılan zirve toplantısında kurucu ülkeler, topluluğa katılmak isteyen onlarca ülkenin başvuru taleplerini görüşmüş, Mısır, Etyopya, İran, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerinin katılma taleplerini bu yılın başından itibaren geçerli olmak üzere kabul etmişlerdir.

***

Bu katılımlarla genişleyen topluluğun bünyesinde yer alan ülkelerin toplam nüfusu 3,5 milyara yaklaşmıştır. Bu rakam dünya nüfusunun yüzde 45’ine denk gelmektedir...

Bu genişleme sonrasında dünyanın dokuz büyük petrol üreticisi ülkesinden yedisi (ABD ve Kanada haricindekiler) topluluğun çatısı altında birleşmiş durumdadır. Dünya petrolünün yüzde 44’ü topluluk üyesi ülkeler tarafından üretilmektedir. Üye ülkeler kendi aralarında yaptıkları petrol ticaretinde dolar yerine milli paralarını kullanmaya başlamışlardır...

BRICS ülkelerinin ekonomilerinin toplam büyüklüğü 28,5 trilyon dolara ulaşmaktadır. Bu rakam yaklaşık olarak dünya ekonomisinin yüzde 30’una denk gelmektedir. BRICS üyesi ülkeler 2022 yılı sonu itibariyle Başta Afrika kıtasında yer alanlar olmak üzere gelişmekte olan ülkelere alt yapı yatırımlarını gerçekleştirmeleri için 32 milyar dolar kredi vermiş bulunmaktadır.

(Devam edecek)