Tıp ve ilaç sanayii arasındaki ilişkileri çeşitli yönleriyle ele alan yazılarımızda bir gazeteci olarak bu ilişkilerin önemli gördüğümüz bazı yönlerine dikkat çekmeye çalıştık...

Gördüğümüz tablonun en dikkat çekici yanı, ilaç sanayiinin giderek büyüyen ve bir avuç güçlü şirketin elinde toplanan stratejik bir sektör haline gelmiş olmasıdır...

İnsan ve toplum sağlığı gibi hayati bir konuda böyle bir bağımlılık tablosu son derece tehlikelidir.

***

On yıllardır insanlar tüm dünyada 'küreselleşme' masallarıyla uyutuldular...

Bu masallara göre 'küreselleşme' öyle güzel bir dünya yaratacaktı ki, burada artık tüm insanlık birleşecek, savaşlar olmayacak, herkesin gelir düzeyi artacaktı...

Gerçi bunlar söylenirken durmadan ülkeler bölünüyor, savaşlar artıyor, gelir dağılımı bozuluyordu, ama bunların 'geçmişten kalan bazı ulusalcı, millici, devletçi ülkeler' yüzünden olduğu, onlar 'temizlenince' dünyanın güllük gülistanlık bir yer haline geleceği söyleniyordu.

***

Günümüzde bu masallara inanan kaldı mı bilmiyorum...

'Küreselleşmenin' nimetler yerine felaketler doğurduğunu, 'küreselleşen dünya' nın bir ütopyadan çok bir distopyaya benzediğini artık herkes görüyor...

Ülkeler, geleceğe yönelik hazırlıklarını yaparken bu gerçekleri dikkate almak zorunda kalıyor.

***

Türkiye, küreselleşme rüzgarının en sert vurduğu ülkelerden biridir...

Bu rüzgar, elli küsur yıllık ulusal kamu sektörümüzü ortadan kaldırdı...

Sağlık ve ilaç sektörü de bu felaketten nasibini aldı.

***

Bu nasıl oldu?..

Ülkemizde neoliberal uygulamalar açısından bir milat oluşturan 24 Ocak 1980 Kararları ile sağlık hizmetlerinde 'özelleştirme dönemi' başladı...

Sağlık ve sosyal güvenlik hizmetlerini devletin görevi olarak gören anayasa maddeleri 1982 Anayasası ile kaldırıldı, onların yerine, devlet 'piyasayı gözetmek ve düzenlemek' le görevlendirildi...

Devlet hastaneleri özerkleştirilerek devlet desteğinden mahrum bırakılırken; özel hastanelere her türlü teşvik getirildi...

Daha sonra 'şehir hastaneleri' modeliyle kamu sektörünün elindeki hastaneler özel sektör tarafından kurulan hastanelere entegre edilerek kapatıldı...

Kamu eliyle yürütülen 'genel sağlık sigortası'nın yerine 'özel sigortacılık'ı geçirmeye yönelik adımlar atıldı...

Bütün bunlar olurken ilaç sanayii de 'patent yasası' ile büyük ilaç şirketlerine bağlandı.

***

İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası'nın (İEİS) açıkladığı verilere göre Türkiye ilaç sektöründe 15 çok uluslu ilaç şirketi faaliyet gösteriyor... Dünyanın en büyük on ilaç firmasının tümü bu listede yer alıyor...

İlaç üretiminde kullanılan hammaddelerin yaklaşık yüzde 80'i yurt dışından ithal ediliyor...

Satın alma gücü paritesine göre kişi başına düşen ilaç harcaması yıllık 86 dolar ile gelişmiş ülkelerin çok gerisinde.

***

Dünya ilaç pazarı, 1 trilyon doların üzerinde işlem hacmine sahip...

Ve ülkemizde halk sağlığı politikalarını bu piyasanın devlerinin 'kar arayışları' belirliyor...

Açıktır ki, bu durum böyle sürüp gidemez!

***

Biz, mütevazi bir köşe yazısında 'çare şudur' diyemeyiz...

Ama ortada görünen bir gerçek var...

Kendi insanımızın geleceğini ancak ve ancak ulusal çıkarlarımızı gözeten politikalar temelinde kendi devletimize ve devlet tarafından denetlenen yerli ilaç üreticilerimize emanet edebiliriz.

***

Bence, Soner Yalçın'ın 'Kara Kutu' kitabını böyle bir bakış açısıyla okumalı ve değerlendirmeliyiz...

Bu yazılara başlarken, adı geçen kitabı henüz okumadığımı ve bu köşede yer alacak yazıların o kitapta yer alan iddiaların eleştirisi ya da destekçisi olarak görülmemesi gerektiğini söylemiştim...

Ben de o kitabı en kısa zamanda okuyacağım ve değerlendirmelerimi böyle bir bakış açısından yapacağım.