Önceki yazımızda Çin'in Mao döneminden sonra tekelci devlet kapitalizmini piyasa ekonomisiyle uzlaştıran yeni bir sistemi uygulamaya koyduğunu, 'kapitalizme dönüş' olarak nitelendirilen bu olgunun, aslında sosyalizmin ve kapitalizmin ögelerini bir arada barındıran yeni bir tür 'geçiş ekonomisi' yarattığını...
Bu 'geçiş'in kapitalizme mi yoksa sosyalizme mi yönelik olduğu meselesinin ise halen tartışmalı olduğunu söylemiş...
Çinli Marksist kuramcıların, geri bir ekonomiden doğrudan sosyalist ekonomiye geçişin kalıcı ve uzun vadeli olarak mümkün olmadığını, bu arada sosyalistlerin yönetiminde bir tür devlet kapitalizmi uygulanması gerektiğini, bu sistemin küresel dünya ekonomisi içinde yer almasından ötürü özel kapitalist ögeleri de içermesinin bir zorunluluk olduğunu savunduklarını sözlerimize eklemiştik.
***
Çinli kuramcılar, bu tezleri ileri sürerken hem Marx'ın kapitalizm analizlerine hem de dünyanın ilk sosyalist devletini kuran Lenin'in öğretilerine dayanmaktadır...
Gerçekten de Marx'ın eserlerinde sosyalizmin ancak en gelişmiş kapitalist ülkelerde ve ancak proletaryanın uluslararası dayanışmasıyla kurulabileceğine ilişkin görüşler vardır...
Keza Lenin, devrimin iç savaş aşamasında zorunlu olarak uygulanan 'savaş komünizmi'ni daha sonra eleştirmiş ve kapitalist ögeler içeren 'Yeni Ekonomik Politika'yı (NEP) uygulamaya koymuş; bunu yaparken de, kurulan yeni sistemin esas olarak tekelci devlet kapitalizmi olduğunu, ancak bu sistemin sağladığı gelişme sayesinde ileride diğer ulusların işçi sınıflarının gerçekleştirecekleri devrimlerin de yardımıyla sosyalizme geçileceğini savunmuştur.
***
Ne var ki, bu beklentiler gerçekleşmemiştir...
Bundan sonra gerçekleşebileceği de şüphelidir...
Çünkü kapitalizmin, özellikle de tekelci devlet kapitalizminin yasaları bir kez işlemeye başladığı zaman tüm siyasal sistemi kendine tabi kılmakta, siyasal irade bu işleyiş karşısında bir süre sonra kırılmaktadır.
***
Bütün bunlara karşın, sosyalizmin temsil ettiği değerlere yöneliş, ABD'nin yeni dünya düzeni projesi ve onun vaad ettiği demokratik ve barışçıl dünya hayalleri çöktükçe küresel ölçekte güçlenmektedir...
Bu çelişkili gelişme, 20. yüzyıl sosyalizminin ütopik özelliklerinden yoksun olsa da, günümüz koşullarında ABD emperyalizminin yaygınlaştırdığı ve standardize ettiği neo-liberal, başka bir deyişle 'vahşi kapitalist' düzeni sarsmakta toplumsal değerlerin piyasa değerlerine egemen olduğu farklı bir dünya düzeni arayışını güçlendirmektedir...
Ancak, bu yöneliş hem başlangıç aşamasındadır, hem de farklı kanallardan akmaktadır.
***
Günümüzde sosyalizm arayışlarının ana itici gücünü ABD emperyalizmine karşı yürütülen mücadele oluşturmaktadır...
Dolayısıyla sosyalizm arayışları ile ulusal bağımsızlık arayışları iç içe geçmiş durumdadır...
Kapitalizmin bünyesinde yaşanan değişimlere bağlı olarak bir zamanlar sosyalizmin kurucusu olması beklenen Avrupa ülkelerinin işçi sınıflarının toplumsal önemlerini giderek yitirmekte, ABD emperyalizminin hegemonyası altındaki ülkelerde ulusal bağımsızlık özlemleri güçlenmekte, bu gelişme sosyalist yönelimli akımları bir kez daha güçlendirmektedir.
***
1920'li yıllarda dünyanın ilk başarılı ulusal kurtuluş savaşını veren ve 1960'lı yıllarda kitleselleşen sosyalizm arayışlarını ulusal değerlerle bütünleştirerek geliştiren ülkemizde ise özellikle 1980'li yıllardan sonra bunun tam tersi yönde bir gelişme yaşanmış, ulusal değerler sosyalist eğilimli siyasal akımlar tarafından yadsınmıştır. Bu akımların ABD ve Avrupa tarafından desteklenen azınlık milliyetçisi bir akımın peşine takılması, neo-liberal düşüncelerin de yaygınlaşmasına yol açmıştır...
Ülkede ve dünyada yaşanan yenilgilerin etkisiyle ortaya çıkan bu 'anakronik' durum, halen aşılabilmiş değildir...
Ancak dünyada yaşanan gelişmelerin, eninde sonunda ülkemize de yansıması ve suyun yolunu bulması kaçınılmazdır!