“Sol akımlar” ile “Atatürkçülük” arasındaki ilişkiler ele alınırken 68 kuşağı içinde kendini gösteren, daha sonra “neoliberal solcular” ile “kamucu solcular” arasında düşmanlık derecesine varan bölünmelere yol açan bir başka görüş ayrılığı da dikkate alınmalıdır...

İdris Küçükömer tarafından savunulan ve Osmanlı ekonomik yapısını “ATÜTÇÜ” (Asya Tipi Üretim Tarzı) olarak değerlendiren görüşler, 1990’lı yıllarda gelişen etnik ve neoliberal akımları etkilemiş, Atatürk ve İnönü döneminde uygulanan devletçilik baskıcı bürokratik devlet yönetiminin bir örneği olarak eleştirilmiştir...

Bilindiği gibi 68’li yıllarda gelişen devrimci gençlik hareketi kendisini “İkinci Kuvayı Milliye” hareketi olarak tanımlıyor ve Mustafa Kemal Atatürk’ü devrimci bir lider olarak örnek alıyordu...

Ancak o dönemde Ant dergisinde görüşlerini dile getiren İdris Küçükömer’in “ATÜTÇÜ” (Asya Tipi Üretim Tarzı) olarak nitelenen ve daha sonra 12 Mart döneminin bazı “radikal sol akımları” içinde de taraftar bulan görüşleri tam tersi bir yaklaşım sergiliyordu...

Bu görüşlere göre Milli Kurtuluş Savaşını yürüten Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki kadro en başından beri “Osmanlı’nın baskıcı-bürokratik geleneğini devralan Türk büyük burjuvazisi”nin “bürokratik” bir hizbi idi. Milli Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara Hükümetine isyan eden gericilerin ayaklanmaları ise “Kemalist diktatörlük tarafından insafsızca ezilen köylülerin isyanı” olarak görülüyordu.

***

O zamanlar kimileri tarafından “aşırı solcu” olarak görülen bu fikirler daha sonra “sivil toplumcular”, “yetmez ama evetçiler” gibi değişik isimlerle tanımlanan “neoliberal sol” akımlar tarafından da benimsenmiş, 1980-90 yılları arasında sosyalist devletlerin ve akımların yıkıldığı koşullarda güçlenen etnikçi/mezhepçi akımlar tarafından yaygınlaştırılmıştır...

Dahası, Atatürk’ün kurduğu parti ile hiçbir ilişkisi kalmamış olan günümüzün Yeni CHP’sini de etkisi altına almıştır...

Son seçimlerde Yeşil Sol Parti (HDP) ve onunla ittifak kuran bazı sol grupların CHP ile ittifak kurabilmelerini mümkün kılan şey özellikle Kılıçdaroğlu döneminde CHP’ye egemen olmuş bu görüşün yol açtığı dönüşümdür.

***

Bu düşüncelerin yaygınlaşması sonucunda “neoliberal solcular” ve “etnik” akımlar, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ön plana alan, Kemalizmin anti-emperyalist tavrını sürdüren ve Mustafa Kemal Atatürk’ü devrimci olarak tanımlayan tüm akım ve kişileri bir küfür gibi kullandıkları “ulusalcı” damgasıyla damgalamışlar, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş döneminde yapılan ilerici reformlara karşı çıkmak için yaratılan ya da kullanılan, günümüzde ise ABD emperyalizmi tarafından yeniden canlandırılan tüm gerici etnik akım ve örgütleri “demokrat” olarak aklamışlardır...

Böylece küçük birkaç sol grup dışında tüm dünyada ezilen halkların mücadelesine ilham veren Mustafa Kemal Atatürk gibi büyük bir devrimcinin siyasal mirasına sahip çıkan solcu kalmamıştır.

Bu durumda “Atatürkçülük” onun reformlarının özüne karşı olan sağcı ve gerici akımların eline terk edilmiş bulunmaktadır.

***

Atatürk’ü onun karşıtlarının diliyle eleştiren akımların bir bölümü kendilerini “Marksist-Leninist” olarak tanımlamaktadır. Oysa Sovyet devriminin önderi Lenin, Sovyetler Birliği’nin ilk Türkiye Büyükelçisi Aralov’a yola çıkmadan önce şu öğütleri vermişti:

“Mustafa Kemal Paşa tabii ki sosyalist değildir. Ama görülüyor ki iyi bir teşkilatçıdır. Kabiliyetli bir lider, milli burjuva ihtilalini idare ediyor. İlerici, akıllı bir devlet adamı. Bizim sosyalist inkılabımızın önemini anlamış olup, Sovyet Rusya’ya karşı olumlu davranıyor. O, istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına, padişahı da yardakçılarıyla birlikte silip süpüreceğine inanıyorum. Halkın ona inandığını söylüyorlar. Ona, yani Türk halkına yardım etmemiz gerekiyor. İşte sizin işiniz budur. Türk hükümetine, Türk halkına saygı gösteriniz. Büyüklük taslamayınız. Onların işlerine karışmayınız.”

Mustafa Kemal Paşa’nın, 4 Ocak 1922 tarihinde Lenin’e gönderdiği ikinci mektupta yer alan şu  ifadeler aynı saygılı yaklaşımın Türk tarafında da egemen olduğunu göstermektedir:

“Türkiye Rusya’ya, bilhassa son birkaç ayın Rusyasına Batı Avrupa’ya olduğundan çok daha yakındır. Memleketlerimiz arasında bir diğer ve daha mühim benzerlik, bizim kapitalizm ve emperyalizme karşı mücadelemizde yatmaktadır. Sizi temin ederim ki, Sovyet Rusya’ya karşı doğrudan veya dolaylı olarak asla hiçbir anlaşmaya ve ittifaka dahil olmayacağız.”

(Devam edecek)