Türkiye’de Sol akımlar ve Atatürkçülük arasında yaşanan karmaşık ilişkileri anlayabilmek için İkinci Meşrutiyet dönemine kadar geriye gitmek gerekir. Çünkü cumhuriyet tarihine damgasını vuran bu iki akım 1908 Hürriyet Devrimi sonrasında doğmuş ve ortak bir tarihi paylaşmışlardır...
1908 Devrimi sınıfsal bir bakış açısından “burjuva devrimi” olarak adlandırılabilir...
“Sol” akımlar bu dönemde başta Selanik olmak üzere Osmanlı İmparatorluğunun günümüzde Bulgaristan, Yunanistan ve Kuzey Makedonya topraklarında kalmış bulunan bölgelerinde doğmuş ve daha sonra İstanbul başta olmak üzere günümüz Türkiyesi sınırları içinde kalan bölgelere yayılmıştır.
Bu iki akımı yaratan ve güçlendiren aydınları “1908 Kuşağı” olarak tanımlamak mümkündür. Demokratik Devrimi başlatmak konusunda birleşen, ancak bu aşamadan sonra izlenecek yol ve yöntemler konusunda ayrışan bu kuşak, daha sonra yerini “38 Kuşağı” olarak adlandırabileceğimiz cumhuriyet tarihine kültürel ve siyasal olarak damgasını vuran bir kuşağa bırakmıştır. 38 kuşağı da kendi içinde “rejime hizmet edenler (bürokratlar)” ve “muhalefet edenler (solcu aydınlar)” olarak iki kanada ayrılmıştır...
Bu kuşağı “68 Kuşağı” olarak adlandırılan yeni bir kuşak izlemiştir. Bu kuşak da “devletçi asker-sivil demokratlar” ve “Sosyalist solcular” olarak iki dal halinde ayrışmıştır. “78 Kuşağı” olarak tanımlanan kuşak ise aslında 68 kuşağının uzantısıdır.
***
Hiç kuşkusuz, bu kuşaklar birbirinden kopuk değildir. Örneğin 1908 Kuşağının bir çok genç mensubu daha sonra 38 kuşağının ana figürleri olarak öne çıkmış, hatta 60’lı yıllarda bile etkin olabilmişlerdir. İsmet İnönü ve Celal Bayar gibi Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı koltuklarında oturan önemli siyasi kişilikler bu devamlılığın açık örnekleridir...
Türkiye tarihinin “devletçi/bürokrat” ve “liberal/demokrat” kanatlarının temsilcileri olarak öne çıkan bu isimler hayatlarının farklı dönemlerinde kendi kuşaklarından “solcular” ile yakın ilişki kurmuşlardır. Bu ilişkiler kimi zaman “ittifak” kimi zaman “düşmanlık” olarak tezahür etmiş, bir dönemin yakın dostları o dönem sona erince düşman haline gelmişlerdir...
Celal Bayar’ın 1946 seçimleri sırasında TKP’li kimi isimlerin de içinde bulunduğu “solcu aydınlar” ile kurduğu ittifak ya da İsmet İnönü’nün 60’yıllarda izlediği “Ortanın Solu” politikası döneminde izlediği politika bu dalgalı ilişkilere örnek olarak verilebilir.
***
“Solcular” ile “Atatürkçüler” arasında kurulan ilişkiler de gerek Atatürk’ün sağlığında gerekse ölümünün ardından dalgalı bir seyir izlemiş, TKP Lideri Mustafa Suphi’nin öldürülmesi, İsmet İnönü’nün Başbakanlığı döneminde Nazi-faşist akımların CHP içinde gelişmesi, II. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’nin bir ara Almanya ile yakınlaşması, Savaş sonrasında İnönü’nün geleneksel Sovyet Rusya ile dostluk politikasını terk ederek yerine ABD ile ittifaka yönelmesi 38 Kuşağı içinde kimi zaman çatlaklara kimi zaman düşmanlıklara yol açmıştır...
Türkiye Komünist Partisi (TKP) etrafında toplanan solcu aydınlar Cumhuriyetin kuruluş yıllarında yaşanan isyanlar sırasında Mustafa Kemal Atatürk yönetimindeki CHP’yi desteklemiş, ancak İnönü’nün tek şeflik dönemini “faşizan” bir rejim olarak değerlendirmişlerdir.
***
68 Kuşağı içinde de kimi zaman “aşk/nefret ilişkisine dönüşen bu karmaşık ilişki devam etmiş, hem “Atatürkçüler” içinde hem de “Sol akımlar” içinde düşmanlığa varan farklı görüş ve anlayışlar ortaya çıktığı için sorun daha da karmaşık bir hal almıştır...
Örneğin 12 Mart askeri müdahalesinin ardından “Atatürkçülük” egemen söylem haline gelirken Cemal Madanoğlu, İlhan Selçuk, Doğan Avcıoğlu gibi “radikal Atatürkçüler” iktidarı ele geçiren “askeri/bürokrat tutucu Atatürkçüler” tarafından hapse atılmış, hatta idamla yargılanmışlardır. Dönemin solcu gençleri ise “tutucu Atatürkçülere” karşı “radikal Atatürkçüleri” desteklemişlerdir...
Ne var ki, “solcular” da kendi aralarında önce “sosyal demokratlar” ve “Marksistler” olarak ayrışmış; daha sonra Marksistler kendi aralarında “MDD’ciler” ve “sosyalist devrimciler” olarak bölünmüşlerdir. Bu bölünme 70’li yıllarda Sovyet yanlısı TKP ile MDD’ci “radikal sol örgütler” arasındaki çatışmalara varan düşmanlıklara yol açmıştır...
Tüm bu gelişmeler sırasında “solcu akım ve aydınların tümü Atatürk’e milli kurtuluş savaşının önderi ve cumhuriyetin kurucusu olarak büyük bir saygı göstermiş, ama onu özellikle toprak reformu gibi “alt yapı reformlarını” yapmamakla eleştirmişlerdir.
(Devam edecek)