Önceki yazımızda CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun gazeteci Saygı Öztürk’ün değişim çağrılarına ilişkin bir sorusuna “CHP'nin değişime değil, yenilenmeye ihtiyacı var. Gazi Mustafa Kemal'in ortaya koyduğu bir çizgi, hedef var. Bunun neresini değiştireceksiniz?" diye yanıt verdiğini ...

Ve devamla, “6 oktan birisi olan ‘Devletçilik' konulduğu yıllarda, devletin ekonomiye müdahalesi olarak devletin doğrudan fabrika kurması olarak belirlendi. Ama günümüzde o yenilendi ve ‘Refah devleti' diyoruz. Devletin sosyal devlet olması budur.” dediğini aktarmıştık...

Bu sözler, ya Kılıçdaroğlu’nun cumhuriyetin ve “eski” CHP’nin (malum, kendisi artık CHP’yi “yeni CHP” olarak adlandırıyor!) “devletçi” politikalarını hiç anlamadığını ya da konuyu bilerek saptırdığını göstermektedir.

***

Cumhuriyet’in 1930’lu yıllarda uyguladığı “devletçilik” politikası yalnızca “devletin doğrudan fabrika kurması” değildi...

O politikanın temelinde siyasi bağımsızlığı ekonomik bağımsızlıkla tamamlamak, yani Avrupa ve ABD’de gerçekleşen sanayi devrimini geç de olsa Türkiye’de hayata geçirmek ve feodal kalıntıları tasfiye için biir temel oluşturabilmek amacı vardı...

Bu olmadan “Gazi Mustafa Kemal’in ortaya koyduğu çizgi” gerçekleşemez, ülkenin ekonomik ve sosyal açıdan gelişmesinin önünde engel oluşturan “feodal kalıntılar” temizlenemezdi. Nitekim onun ardından bu çizgiden sapıldığı için temizlenememiştir de!

***

“Refah devleti” uygulamalarına gelince...

Şimdilerde giderek tarihe karışmakta olan o politikalar esas olarak sanayi devrimlerini tamamlamış emperyalist devletlerde sosyalist ve sol akımların gelişmesini önlemek, “piyasacı” politikaların yol açtığı gelir dağılımındaki eşitsizliğin bir sosyal devrim patlamasına yol açmasını önlemek amacıyla geliştirilmiş politikalardı. Bu politikaların esası kamusal sosyal güvenlik önlemlerinin artırılmasıydı...

Türkiye’de “devletçilik” kamu işletmelerinde sosyal güvenceleri artırması açısından benzeri bir fonksiyonu kısmen de olsa yerine getirmiştir, ama “devletçilik” yerini “liberalizm”e bırakıp da kamu iktisadi teşebbüsleri bir bir satılıp ya da tasfiye edildikçe o işlev de ortadan kalkmıştır. Günümüzde “sosyal yardım” adı verilen bir tür “sadaka ekonomisi” o tür güvencelerin yerini almaktadır.

***

Dolayısıyla seçim öncesinde küresel neoliberalizmin ünlü isimlerinden bir kısmını “danışman” olarak ilan edip (ne hikmetse o “danışmanlar” tenezzül edip de Türkiye’ye uğramadılar bile) ABD ve AB yollarına düşen ve bu ülkelerden “300 milyar dolar temiz para getireceğini” (böylece yüksek faizle alınan borcun adı da “temiz para” oluyor!) ve bunu halka bol keseden dağıtacağını ilan ederek seçim kazanmaya çalışan Kılıçdaroğlu’nun önerdiği politikalar ile “Gazi Mustafa Kemal”in (Bu arada hatırlatalım: Cumhuriyet döneminde onun adı Mustafa Kemal Atatürk’tür) ortaya koyduğu anti-emperyalist, bağımsızlıkçı çizgi arasında hiçbir ilişki yoktur...

Ne hikmetse ülkemizde özellikle 1980’li yıllarda 12 Eylül diktasının zorlamasıyla neoliberalizmin yerleştirilmesinden sonra Ecevit ve Baykal gibi “eski” sosyal demokratlar ve onların izinden gitmekte olan Kılıçdaroğlu gibi “yeni” sosyal demokratlar “kraldan çok kralcı” misali “tescilli neoliberallerden daha neoliberal” olup çıkmışlardır...

Bunun en çarpıcı örneği, yola “toprak işleyenin su kullananın” sloganıyla çıkan ama sonunda başında bulunduğu koalisyon hükümetine IMF ve Dünya Bankası tarafından tarım kesiminin tüm desteklemelerini keserek batan bankaları kurtarmakla görevlendirilen Kemal Derviş’i “Meclis dışından ekonominin tek yetkilisi olarak atayan” Ecevit’tir..

Derviş, DSP başkanlığındaki hükümette bu görevini yerine getirdikten sonra yeni bir parti kurarak DSP’nin parçalanması ve oylarının yüzde 30 bandından yüzde 1’e kadar düşürülmesi görevini de “başarıyla” tamamlamış, daha sonra (“üstün hizmetleri” dolayısıyla) Baykal’ın başında bulunduğu CHP’ye genel başkan yardımcısı olarak transfer edilmiştir. Neyse ki, orada kısa bir süre görev yaptığı için CHP’yi de barajın altına gönderemeden Türkiye’den ayrılmak zorunda kalmış, ama bu arada yeni kurulan ve seçim çalışmaları sırasında bol bol anti-IMF propaganda yapan AKP’nin tek başına iktidara gelmesine bir hayli katkıda bulunmuştur...

Kılıçdaroğlu’nun Kemal Derviş sevdası ve Türkiye’nin Korkut Boratav, Bilsay Kuruç, Erinç Yeldan gibi yetkin ekonomistleri kenarda dururken onun ekolünden ekonomistleri başına toplaması, onun “kendi” çizgisini göstermektedir...

Eğer “Gazi Mustafa Kemal”in çizgisi” de bu çizgi olsaydı, Türkiye Cumhuriyeti daha işin başında çıra gibi yanardı!

(Bitti)