Coğrafyaların insanların kimliklerini şekillendirdiğine inananlardanım. Bana göre, her coğrafyanın bir rengi ve kimliği var. Renkli coğrafyaların havasını soluyanlar etnik ve kültürel ön yargılardan arınmıştır. Renkli insanlar tıpkı rembetiko gibidir… Acıyı, hüznü, sevinci içinde barındırır... Mert Fırat Antakyalı. Antakya'nın o kozmopolit yapısı ve rengi Mert Fırat'ın kimliğinde buluşmuş gibi. O renkli kişiliğin içindeki gülümseyen siyah gözler içinizi ısıtıyor. Mert Fırat bana kalırsa 'öteki'lerin ortak dili gibi... İçi gülen gözlerinden mi yoksa ses tonundan mı bilemedim ama sanki karşımda yıllardır tanıdığım bir dostumla sohbet ediyormuşum gibiydi. Onunla konuşurken aklıma Edith Piaf geliyor. Piaf'ın büyülü sesi sizi içinize hapseder. O minik bedeniyle o büyülü ses sizi öyle kucaklar ki... İşte Mert Fırat da sesiyle, duruşuyla, gözleriyle ötekileri kucaklıyor... Mert Fırat, kadınların, mültecilerin, eşcinsellerin, hayvanların, doğanın, farklı etnik kimliklerin ve inançların sesi olmuş... Bana kalırsa komün yaşama da inanıyor... Paylaştıkça kendini var edenlerden. Yaptığı 'İhtiyaç Haritası' projesi ile paylaşmayı seven insanları bir platformda buluşturmuş. Projede kitaplardan hayvan barınağına, akülü sandalyeden giyim eşyasına kadar pek çok farklı alanda oluşturulan materyaller herhangi bir nakit akışı olmadan tamamen gönüllülük esasına dayalı olarak sağlanıyor. Bu platformda para geçmiyor. Başlattığı 'İhtiyaç Haritası' projesi ile büyük bir paylaşım ağı yarattı. Birleşmiş Milletler'in 'İyi Niyet Elçisi' olduğundan beri kadına şiddet, kız çocuklarının eğitimi, iklim değişikliği, mülteciler gibi birçok önemli konuda çalışıyor. Mert Fırat şüphesiz hem tiyatronun hem sinemanın hem de ekranların en yetenekli ve entelektüel düzeyi yüksek oyuncularından. Ünlü oyuncu Mert Fırat ile oyunculuğa ve hayata dair konuştuk.

Ankara'da doğdunuz ve burada okudunuz. Ankara sizin için ne ifade ediyor?

Ankara benim için samimiyeti ve aileyi ifade ediyor. Ankara benim ailemin yaşadığı şehirdi. Eğitimimi aldığım şehirdir. Ankara beslenmeyi, dinlenmeyi, kabuğuna çekilmeyi fakat bir yandan da kabuğuna çekildiğin yerden zenginleşmeyi, özlemi, çocukluğu, gençliği, mücadeleyi yaşatan bir şehir benim için. Ankara bir aşk bence...

İlk aşk diyebilir miyiz?

İlk aşk tabii.. İlk kez Ankara'da aşık oldum...

'İhtiyaç Haritası' fikri nasıl oluştu?

'İhtiyaç Haritası' ihtiyaç sahibi ile destekleyiciyi buluşturan ve bunu da sadece takas ve imece usulü ile yapan, üzerinde hiçbir bağış geçmeyen, şimdilerde 100 bine yakın üyesinin olduğu bir platform. Üç yıldan beri 15.000.000 TL'ye eşdeğer ihtiyaç karşılayan 450 bin kalem ihtiyaca ulaşan tamamen bağımsız bir yapı. En büyük özelliği de ihtiyaç sahibi ile destekçinin her ikisinin de doğrulanmış hesaplar üzerinden buluşmasını sağlayan bir platform. (Nasıl doğrulanmış hesaplar? Kimlik numarasından tutun da adresinden cep telefonu numarasına kadar girildiğinde ancak onaylayabiliyoruz. Teyit edip öyle bir kişi varsa isteğini ancak öyle onaylayabiliyoruz.)

'50 mülteci kadın' hikayesini anlatan 'Yakaranlar' oyunu gibi mültecilerle ilgili başka projeleriniz var mı?

Mültecilerle ilgili bu sene 'Yakaranlar' projesini yaptık. Her oynanan oyundan sonra (Bu sene iki üç oturum yapıldı) göçmen kadınlar hikayelerini anlatan söyleşiler yapıldı. (kadın hakları bağlamında ve savaşta kadın mücadelesi gibi başlıklı söyleşiler) Bu yıl boyunca da SU Gender (Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi) ve DasDas'ın kendi ekibi düzenli olarak söyleşi yapacak. Oyunumuz 60 dakika. Söyleşilerimiz de 60-65 dakika olacak. Aslında, her pazartesi günü ya da her 15 günde bir pazartesi günü bu söyleşileri gerçekleştiriyoruz.

SÖYLEŞİLER KİTAPTA TOPLANACAK

Aslında ilk başta proje, seyirci ile tanıştırıldı. 'Yakaranlar', kadın mücadelesinde kendi kararını kendi veren, 'benim bedenim benim kararım' diyen, erkeğin zulmüne ya da baskısına boyun eğmeyip mücadele eden ve hiçbir sisteme biat etmeyen kadınların hikayesi. Kadın mücadelesini, kız kardeşliğe tutunmayı ve birlikte daha da güçlü durmaya inanan kadınların hikayelerini yıl boyunca söyleşilerle tartışmaya devam edeceğiz. Bu söyleşileri bir kitapta toplayacağız.

Sakarya'da bir köpeğin eli ve ayağı kesildi ve sosyal medyada bu olayın mültecilerin yaptığına dair bir linç kampanyası başlatıldı. Bu konu ile ilgili ne söylemek istersiniz?

Şu anda ötekileştirilecek kim varsa, rahatlıkla ezilebilecek kim varsa ne yazık ki sistem ve kişiler onu hedefliyor. Kendisinden 'aşağı'da gördüğüne saldırıyor. Sınıfsal ya da ırk bağlamında rasyonel kimlikler sürekli bu saldırılara maruz kalıyor. Eskiden ne olsa Kürtlere saldırıyorlardı şimdi de Suriyelilere. Almanya'da da öyle oldu. Eskiden Türklerdi kimsenin istemediği, şimdi de Türkler Suriyelileri istemiyor. Roller değişiyor. Kapitalizm ve emperyalizm gibi sistemler bunu hedefler. Kapitalizm her zaman başka bir ezilen ya da kendi düşmanını yaratır. Ve bunlar kimi zaman bir köpeği fırsat bilir. (Küçümsediğim bir şey değil) Ayrıca diyelim ki bunu yapan Suriyeli olsun, bütün Suriyelileri kapsayan bir mevzu değildir. Ya da diyelim ki Türk olsun, bütün Türkler köpek keser diye bir şey yok. Genele mal edilebilecek bir düşünceyle hareket edilemez.

KENDİ DİLİNİ KONUŞAMAYANLARIN HİKAYESİYDİ

'Başka Dilde Aşk' ve 'Atlı Karınca'nın senaristliğini yaptınız. 'Atlı Karınca'da toplumsal bir tabuya, ensest ilişkilere değindiniz. 'Başka Dilde Aşk' ta ise engelli bireylerin hayatlarına dokundunuz. Buna benzer başka projeleriniz var mı?

İlerleyen yıllarda olabilir. Filmde, işitme engelliler üzerinden tüm engellilerin yaşamlarına dokunmak istedik. Aslında metafordu aynı zamanda. Yani dili yasaklanan, kendi dilini konuşamadığı, kendi dilini konuşmasını seçeceği özgürlükte olamayan insanların hikayesiydi. Biz işitme engellilerin dilini bilmiyoruz ama o benimkini bilmek zorunda. Kendimizi dayatıyoruz. Biraz ona dikkat çekmek istiyorduk. Ya da kendi ana dili onun işaret dili. Farklı bir dili konuşan bireyler toplum tarafından ötekileştiriliyor. İnsanları tedirgin edebilecek bir aksiyon yaratıyorlar. Halbuki beni hiç tedirgin etmiyor. Ve iletişim kurma şekli bu şekilde. Derdimiz tam da buna dikkat çekmekti.

FARKLI BİR DİL KULAĞINIZI TIRMALIYOR!

Kürtler ve Çerkesler için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Araplar için de Suriyeliler için de göçmen durumundayken de aynı şeyi söyleyebiliriz. Yani bu tahammüller azaldıkça, insanlar üzerinde düşmanlaştırma biçimi arttıkça o dile yabancılaşmak kaçınılmaz oluyor. Farklı olanı, kendimizden olmayanı hızlıca ötekileştirip düşman ilan edebiliyoruz. Çünkü o dil sizin kulağınızı tırmalıyor. Ya da o davranış biçimi size ait olmayanı sizden olmayan gibi anlayıp sistem dışı etmek ihtiyacını doğuruyor. Çünkü faşizm kendi karşıtını yaratıyor.

ENSEST, BİR TOPLUMU HASTA EDER!

Ensest ilişkilerin Doğu ve Güneydoğu'da daha yoğun yaşandığı gibi yanlış söylentiler var. Bu söylentiler eğitim seviyesi görece yüksek olan insanlarda bile var. Bu konu hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

Ensest ilişkileri bir millete, bir ırka mal etmek imkansızdır. Ensest, toplumsal bir gerçeklik. Bir taraftan da eğitimle doğru orantılı. Bir yandan da kontrol mekanizması. Caydırıcı unsurları ne kadar azaltırsanız o kadar kuvvetle tekrar edilebilecek ya da kişilere fırsat sağlayabilecek bir olgu. Buradaki önemli nokta bu gerçeği kabul edip değiştirmeye dair bir adım atmak. Problemi çözmek için ilk önce onun bir problem olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Sonra da buna karşı bir argüman geliştirmek gerekiyor.

DEVLET DESTEĞİ KAÇINILMAZ OLMALI

Biz 2010 yılında 'Atlı Karınca' filmini çektiğimizde o zaman Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Selma Aliye Kavaf , 'Ensest demeyelim, aile içi şiddet diyelim' diyordu. Aile içi şiddet ile ensestin arasındaki fark bir uçurum. Çözümü üretecek 'çözüm' de bir uçurum! Dolayısıyla, biz buna aile içi şiddet değil ensest demeye devam ettik. Ve o dönemde çok da konuşulan bir konu oldu. Bir de ensest ilişkiye maruz kalan kişilerin uğradığı şiddeti ya da istismarı deşifre ettiklerinde onları koruyacak çok net bir devlet desteğinin olması gerekiyor. Diğer türlü sadece psikolojileri ile mücadele etmenin yanı sıra, toplumsal baskı ve bunu oluşturan failin tehditleriyle de savaşmak zorunda. Kimi zaman bu şiddete maruz kalıp hayatlarını kaybediyorlar. Enseste karşı mücadele kişinin tek başına ya da bizim tek başımıza yürütebileceğimiz bir durum değil. Ensest ile mücadelede devlet desteği kaçınılmaz olmalı. Kolluk kuvvetlerinden tutun da sığınma evlerine kadar yapılacak her türlü çözüm için uzun ve zorlu bir mücadele gerekiyor. Ensest, psikolojik olarak bir toplumu gerçekten hasta eder. Bizdeki oran da azımsanacak bir oran değil.

VAR OLMANIN PEŞİNDEYİM

Barış Atay ve Ezhel'e destek verdiniz, sonrasında nasıl bir tepki aldınız?

2013 yılından beri Barış'la tanışıyorum. O tarihten beri de hep destek sunarız birbirimize. Barış hem de memleketlimdir. İdeolojik olarak benzer pencerelerden baktığım bir arkadaşım. Ben 13 yaşından beri Halkevciyim. Halkevine gireli 25 yıl oldu. Halkevinin içinde olmaktan gurur duyuyorum. Halkın nabzını elinde tutan ve onlarla birlikte inisiyatif geliştiren, birlikte hareket eden bir yapı. Hiçbir siyasi kaygısı, bir koltuk kaygısı yok. Ve bu anlamda da Türkiye'nin değerli sivil toplum örgütlerinden, Barış Atay ile benzer geleneklerden geliyoruz. Aslında ben özgürlüğün kısıtlandığı her alanda var olmanın peşindeyim. Zaten bizim derdimiz ötekinin derdini dert edinmek değilse insanlığımızdan şüphe etmemiz gerekiyor. Öteki bir gün bacakları kesilmiş bir köpek de olabilir, bir gün cayır cayır yanan bir orman da olabilir, bir gün aynı mezhepten aynı ırktan aynı dinden aynı dilden olmadığımız bir insan da olabilir. Buna bakıp seyirci kalabiliyorsanız zaten içinizdeki insan ölmüş demektir.

Mesleki açıdan ulaştığınız noktadan memnun musunuz?

Kendimi yeni ifade ettiğim bir dönem. Ben 40 yaşından sonra ne olduğunu anlamayı hedefliyorum. 40 yaşına kadar hala araştırıyorum. 40 yaşından sonra biraz daha ne yapmak istediğimi anlayacağım. Çünkü bu 40 yıl bir oyuncunun belli bir olgunluğa gelmesi için sadece bir basamak. Ve ben bundan sonraki yılları daha çok merak ediyorum.

Asla oynamak istemediğiniz bir karakter var mı?

İçinde savaşın dilini barındıran, bilgi kirliliğine sebep olacak hiçbir şeyin içinde oynamak istemem.

OYUNU ONLAR KURUYOR!

Son oynadığınız 'Ufak Tefek Cinayetler' dizisi oldukça popüler oldu, bunun sebebi sizce nedir?

Bunun sebebi dizinin içinde çok kadın hikayesinin olması. Kadın erkek ilişkisi üzerinden güzel de paylaşımlar oluyor. Kadınların bu kadar başrolde olduğu bir dizi şimdiye kadar yoktu Türkiye'de. Mağdur kadın, çocuğu ile ortada kalmış ve adamın terk ettiği zavallı kadın tipolojileri yok. Bu dizideki kadın karakterleri güçlü karakterler ve kadın kimliklerinden sıyrılmadan ayakta duruyorlar. Oyunu da onlar kuruyor.

Editör: Haber Merkezi