Elimde kumanda kanal kanal dolaşıyorum…

Amaç günlük stresten olabildiğince uzaklaşmak.

Yeniden yükselişe geçen corona illetini, borcu, harcı, keyif kaçıracak ne varsa hepsini bir an için unutmak…

Karşıma çıkan her kanal bir öncekinin kopyası gibi…

İzlemekten usandığımız yerli-yabancı filmler…

Olmasa da olurdu denilebilecek yerli diziler…

Tabii program aralarının olmazsa olmazı reklamlar…

Tam bir başka kanala geçiş yapacakken yıllanmış bir şarkının nağmeleriyle donandı etraf…

Türk Sanat Müziği'nin güneşi Zeki Müren'di söyleyen…

Sonuna kadar dinledim…

Büyük bir keyifle…

Ses muhteşem, sözler muhteşem, yorum ondan da muhteşem…

Oysa bizim kuşakta daha çok yabancı sanatçı hayranlığı vardı…

Elvis'ler, Cliff Richard'lar, Tom Jones'ler, Adamo'lar, John Holiday'lar ve daha niceleri…

Ve elbette Beatles, Rolling Stones, Animals, Shadows…

Şimdi nerede o sesler…

O müzik grupları…

Bugünlere dönüp say bakalım birkaç isim deseler, kim gelir ki akla…

Ben Sezen'i anımsadım ilk.

Sonra Tarkan'ı…

Bir de Ajda'yı…

Barış Manço ve Cem Karaca'yı elbet…

Safiye Aylalar, Müzeyyen Senarlar, Münir Nurettin'ler peki?

Onları katma…

Yerleri ayrıdır.

Dönemin gençleri sonradan vardılar tadına…

Yeni kuşaklar da pek bilmez zaten…

Şimdilere gel bakalım. Neydi o?

''Yanına yanına al beni yanına''

Bildiniz değil mi?

Bunu da kuşkusuz:

''Miş miş de muş muş…..''

Nostalji turunu tamamladığımda, Zeki Müren'in yerini Müzeyyen Senar almıştı…

''Çile bülbülüm''ü söylüyordu…

Koltuğa dayadım sırtımı iyice…

Yüzümde bir tebessüm…

Mırıldanarak eşlik ettim Senar'a…