kapasitesinin sınırlı olmasının periyodik “aşırı üretim” krizlerine neden olacağını keşfettiğini hatırlatmış...
Bu krizleri aşmak için üretim daraltılabileceğini, alt sınıfların gelirleri artırılabileceğini ya da mevcut üretim stoklarının savaşlar ve benzeri yöntemlerle yok edilebileceğini; ama krizlerin yapısal nedenlerden kaynaklandığını ve ortada sorunları kendiliğinden düzenleyecek “görünmez bir el” olmadığını söylemiştik...
Ne var ki, Marx bu kuramı geliştirdiğinde yayılmakta olan kapitalizmin birkaç kapitalist üretim merkezinde üretilmiş olan malları emecek pazarlar yaratabilmesi nedeniyle bu gerçekler açık bir şekilde görülemiyordu.
***
Bu imkân, devrimci bir siyasetçi olarak Marx’ın öngördüğü “anti-kapitalist” devrimin kendi döneminde gerçekleşmesini önlemiş...
Bu süreçte kapitalizmin hem kapitalist ülkelerin içinde hem de dünya çapında yarattığı yıkıcı sorunlar, sınıf savaşları yoluyla değil piyasalarda kapitalist güçler arasındaki rekabet savaşları ile geçici olarak çözümlenmişti...
Ancak bu savaşlar giderek büyüdü, yaygınlaştı ve sonunda Birinci Dünya Savaşı ile birlikte küresel bir boyut kazandı.
***
Ekonomik rekabet büyüyerek bir dünya savaşına yol açınca kapitalizmi savunan ekonomistlerin bir kısmı “piyasayı düzenleyen görünmez el” konusundaki ön yargılarını sorgulamaya başladılar...
Bu sorgulamayı yapan ekonomistlerin başında “Uzun vade kavramı olaylara bakışımızı yanlış yönlendirir. Çünkü uzun vadede hepimiz ölüyüz” diyen İngiliz John Maynard Keynes geliyordu...
Birinci Dünya Savaşı sonunda yeni bir dünya savaşını önlemek amacıyla toplanan Paris Barış Konferansında İngiltere’yi temsil eden heyette yer alan Keynes, burada yapılan müzakerelerin yeni bir dünya savaşını önlemeye yetmeyeceğini görmüş, sorunun ancak sosyal yatırımları artırarak kapitalizmin “aşırı üretim buhranları”nın yaratacağı önlenmesinden geçtiğini görmüştü...
Önerileri kabul edilmeyince de görevinden istifa ederek tepki göstermişti...
***
İngiliz aristokrasisinden gelen Keynes doğal olarak bu buhranları önlemek için sınıf savaşı yoluyla kapitalizmin ortadan kaldırılmasını savunmuyordu...
Onun düşüncesi, devletin ekonomiye müdahalesine, bunun sonucunda tüketilemeyen malların alt sınıfların gelirlerinin artırılması ve bu malların kamu yararına projelerde tüketilmesine dayanmaktaydı...
Başka bir deyişle ortada piyasaları kendiliğinden düzenleyen “görünmez bir el” yoktu, ama o zamana kadar liberal siyasetçilerin yalnızca bir güvenlik örgütü olarak gördükleri devlet kendi elini piyasaya müdahale amacıyla kullanabilir, kilit sektörleri elinde bulundurarak serbest rekabetin yol açtığı sorunları hafifletebilir, böylece krizlerin hem dünyada hem de tek tek ülkelerde sistemi tehdit edecek boyutlara varmasını önleyebilirdi.
***
O zamanlar oldukça yeni olan bu düşünceler ilk olarak 1929-30 dünya buhranı sırasında ABD’de yürürlüğe konmuş, Roosevelt yönetimi hem işsizliği önlemek hem de tıkanan pazarları hareketlendirmek için sosyal amaçlı yatırımlara o zaman için büyük sayılabilecek fonlar ayırmıştı...
Ancak bu uygulamalar dönemin ünlü iktisatçısı Friedrich August von Hayek başta olmak üzere devletlere danışmanlık yapan iktisatçılar tarafından tepkiyle karşılanmıştı...
İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ve bu savaş sonrasında Sovyetler Birliği’nin dünyanın üçte birine yakın bir bölümünde egemen hale gelmesi üzerine Keynes’in kuramları özellikle savaş sırasında sanayileri ve alt yapıları önemli ölçüde yıkılmış Avrupa ülkelerinde geniş ölçüde kabul gördü.
***
Bu kabul olayında söz konusu ülkelerde komünist ve sosyal demokrat partilerin ülke politikalarını etkileyecek ölçüde büyümeleri de önemli bir rol oynamıştı...
Varlığının tehdit altına girdiğini gören Avrupalı kapitalist sınıflar, daha sonra “refah devleti” adı verilecek olan uygulamaları geniş ölçüde uygulamaya koymak zorunda kalmıştı...
Ne var ki, dünya sosyalist sistemi bölünüp ardından Sovyetler Birliği, Çin ve Doğu bloku içinde “liberal” akımların güçlenince Keynesciliğin yerini bu kez “neoliberalizm” akımı aldı.
(Devam edecek)