Önceki yazımızda seçimlerin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “nas” kökenli ekonomik politikalarını terk ederek “rasyonel” politikalar uygulayacağını söyleyen yeni Maliye Bakanı’nın sözlerinin kamu oyunda adeta bir bayram havası yaratmasını eleştirmiş...

Şimşek ve kadrosunun temsil ettiği neoliberal anlayışların dünyada hızla terkedilmekte olduklarını hatırlatarak, OECD Türkiye Temsilcisi Prof. Dr. Kerem Alkin’in 17 Mayıs 2023’te Sabah gazetesinde yayınlanan "Yeni küresel tehdit: ‘Neoliberal Faşizm” başlıklı yazısından bir pasaj aktarmış...

Ardından ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın ABD’de sanayinin içinin boşaltılmasına, kamu yatırımı yerine özelleştirme ve ticaretin serbestleştirilmesinin kendi başına amaç haline gelmesine yönelttiği eleştirileri hatırlatmıştık.

***

Dünyada giderek alevlenen bu tartışmayı anlayabilmek için gözümüzü kapitalizmin olgunlaşma döneminde yaşanan bazı tartışmalara çevirmemiz gerekmektedir...

Evet, kapitalizm, dünyada bugüne kadar görülmüş en güçlü ekonomik büyümeyi sağlamıştır...

Buna bağlı olarak geleneksel toplumları dağıttı ve küresel bir ekonomi ve kültür yaratmıştır...

Bu gelişmelerin sağlanmasında “liberalizm” büyük bir rol oynamıştır...

Ne var ki bu gelişmeler düz bir çizgi halinde olmamıştır...

Kapitalizmin tarihi, ekonomik alandan kaynaklanan ancak büyük toplumsal yıkımlara yol açan buhranların ve onları aşma çabalarının tarihidir.

***

Bugüne kadar kapitalizmin ekonomik yasalarının en güçlü analizi Marx’ın “Kapital” adlı eserinde yapılmıştır...

Marx’tan önce kapitalizmin ana vatanı sayılabilecek İngiltere’de Adam Smith ve Ricardo gibi ekonomistler kapitalizmin alt yapısını incelemiş ve ekonomik bir doktrin olarak liberalizmi yaratmışlardı...

Marx, onların eserlerinden de yararlanarak kapitalist sistemin özünü oluşturan artı-değer teorisini geliştirdi. Buna bağlı olarak da bu sistemin kendi içinde sürekli krizlerle karşılaşmasının nedenlerini irdeledi. Marx’a göre ekonomik krizler bu sistemin kâr realizasyonunu sağlayan döngülerinin kaçınılmaz bir sonucuydu. Sınırsız bir biçimde gelişme eğilimi taşıyan üretim sürecinde üretilen mallar kapitalist piyasanın emme gücünün sınırlı olması nedeniyle bir süre sonra yeterince tüketilemiyor, bu da periyodik “aşırı üretim” krizlerine neden oluyordu.

***

Marx’ın kapitalizm analizini öncellerinin analizlerinden ayıran temel nokta artı-değer ve kriz teorisiydi...

Örneğin Adam Smith, Milletlerin Zenginliği adlı kitabında artı-değeri keşfetmenin kıyısına kadar gelmiş ama o adımı atmamıştı; krizleri görmemek için de kişilerin piyasada kendi çıkarları peşinde koşmalarının “görünmez bir el” gibi piyasaları düzenleyeceği düşüncesini savunmuştu. Bu düşünce kapitalizmin “düzenlenmesi”ne, piyasalara müdahale edilmesine gerek olmadığı sonucunu doğuruyordu. Liberalizmi savunanların ana fikri şuydu: Yeter ki herkes kapitalizmin döngüleri içine girsin ve piyasada kendi çıkarları uğruna elinden geleni yapsın; önünde sonunda her şey bir düzene girecektir!

***

Marx ise toplumun sınıflara ayrılmasının ve “alt sınıfların” üretilen malları tüketme kapasitesinin sınırlı olmasının periyodik “aşırı üretim” krizlerine neden olacağını keşfetmişti. Bu krizleri aşmak için üretim daraltılabilir, alt sınıfların gelirleri artırılabilir ya da mevcut üretim stoklarının savaşlar ve benzeri yöntemlerle yok edilebilirdi; ama krizler yapısal nedenlerden kaynaklanıyordu ve ortada sorunları kendiliğinden düzenleyecek “görünmez bir el” yoktu.

***

Marx bu kuramı geliştirdiğinde kapitalizm henüz yeterince gelişmemiş ve dünyada egemen sistem haline gelmemişti...

Kapitalizmin devam eden yayılma süreci birkaç kapitalist üretim merkezinde üretilmiş olan malları emecek pazarlar yaratıyordu. O nedenle kapitalizmin geliştirilmesi ve yeni pazarlar açılması sorunun görülmesini engelliyordu. Bu da ya yerel pazarlara sızıp onları dönüştürerek ya da sömürgeleştirerek sağlanıyordu.

(devam edecek)