Bir önceki yazımızda tarım sektöründe yaşanan sorunların kaynağının büyük ölçüde 2000 yılında Dünya Bankası ve IMF'nin zorlamasıyla gündeme gelen 'Toprak Reformu Uygulama Projesi'ne dayandığını ve o tarihten sonra AKP iktidarı tarafından uygulanmaya devam edilen neo-liberal tarım politikaların krizi derinleştirdiğini söylemiş...

Ancak tarım sektöründeki sorunların 2000 yılından çok öncesine uzandığını da belirtmiştik...

Sözünü ettiğimiz sorunların temelinde modern Türkiye Cumhuriyeti'nin Osmanlı devletinden devraldığı tarım ekonomisinin feodal ilişkilere dayanması ve Cumhuriyet döneminde bu ilişkilerin tasfiye edilememiş olması yatmaktaydı.

***

Çok kısa olarak özetlersek, 'modern cumhuriyet' rejimi, ilk olarak Avrupa ülkelerinde feodal ilişkilerin yerine kapitalıst ilişkilerin geçiş süreci içinde ortaya çıkmıştı...

Ancak daha sonra bu 'model', siyasal bağımsızlığını kazanan, ancak 'eski rejimin' dayandığı ekonomik temeli henüz ortadan kaldıramayan gelişmekte olan ülkelerde de uygulanmıştı...

'Alt yapısı oluşmamış cumhuriyet rejimleri' adını verebileceğimiz bu rejimler, süreç içinde 'yukarıdan aşağı' feodal ilişkileri tasfiye etmek amaçlı bazı girişimlerde bulunmuşlarsa da çoğu zaman bu süreci başarıyla tamamlayamamışlardı.

***

Cumhuriyetimizi kuran 'kadro' da bu zorlukla karşılaşmıştır...

Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere o kuşak, bir 'toprak reformu' hayaliyle yaşamış, ancak ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal koşullar nedeniyle arzu ettikleri reformu gerçekleştirecek imkanı bulamamıştır...

Cumhuriyet döneminin en önemli iktisat tarihçilerinden Ömer Lütfi Barkan 1943 yılında yazdığı bir makalede, bu gerçeği şöyle dile getirmiştir: '(Toprak meselesi) memleketimizde tatbikat sahası şöyle dursun, sadece fikir ve mesele halinde ve nazari planda dahi umumi efkarda ve ilim adamlarımızın çalışmalarında kendilerine layık olan mevkileri işgal edememiştir. (O nedenle) Türkiye'de bu neviden davalara yol açaçak bir toprak meselesinin mevcut olmadığı zannı doğmuştur.'

***

Bunun nedeni, hiç kuşkusuz ulusal birliğin sağlanmasının büyük bir önem taşıdığı Milli Kurtuluş Savaşımız sırasında büyük toprak sahiplerinin bir bölümünün de bu savaşa katılmış ve daha sonra kurulan Cumhuriyet Halk Fırkası'nda önemli bir güç oluşturmuş olmalarıydı...

Küçük üreticilerin büyük bir bölümü ise üretim sürecinde olduğu kadar kültürel alanda da onların etkisi altında bulunmaktaydı...

Barkan'ın işaret ettiği durum, yani Batı Avrupa'da cumhuriyet rejimlerini doğuran burjuva devrimlerinin gerçekleştirilmesinde önemli bir rol oynayan ve bu devrimlerin itici güçlerinden birini oluşturan emekçi köylülüğün Cumhuriyet Devrimi sırasında kendi talepleriyle ortaya çıkmamış olması, bu olgudan kaynaklanmaktaydı.

***

Bu durum nedeniyle Cumhuriyeti kuran kadrolar, 1920'li yıllar boyunca kendi iktidarlarını sağlamlaştıracak bir 'Toprak Reformu' düşüncesini kafasında bir 'sır' olarak saklamış ve büyük toprak sahiplerini rahatsız edecek adımlar atmamışlardı...

Ekonomik ve siyasal koşullar onları bu yönde zorlayınca da karşılarında parti içinden çıkan büyük toprak sahiplerinin yine parti içinde yer alan 'liberal kesim' ile kurduğu ittifakı karşılarında bulmuşlardı...

Unutmayalım ki, Cumhuriyet Halk Fırkası, o yıllarda Ulusal Kurtuluş Savaşında yer alan tüm güçlerin içinde yer aldığı bir 'koalisyon' hüviyetini taşımaktaydı ve büyük toprak sahipleri bu koalisyonda belirleyici güçlerden biriydi.

***

Önceki yazımızda 1945 yılında Cumhurbaşkanı ve CHP Genel Başkanı İsmet İnönü'nün zorlamasıyla çıkarılan 'Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun 'aşağıda' yani, topraksız köylüler arasında değil, 'yukarıda' yani büyük toprak sahipleri arasında 'heyecan' yarattığını söylemiştik...

Egemenliklerinin tehlikeye düştüğünü gören büyük toprak ağalarının temsilcisi olan Adnan Menderes ile 'liberal' kesimin siyasi temsilciliğini üstlenmiş olan Celal Bayar, o 'heyecanla' Cumhuriyet Halk Partisi'nden ayrılarak Demokrat Parti'yi (DP) kurmuş ve ilk serbest seçimde köylülerden aldıkları oylarla CHP iktidarını devirmeyi başarmışlardı!

Bu zafer sonrasında yaptıkları ilk iş ise 'Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nu 'kadük' hale getirmek ve İsmet İnönü'nün köylüler arasında bu reforma taraftar bir kitle yaratmak için oluşturduğu Köy Enstitülerini toprağa gömmek olmuştu.

(Devam edecek)