Önceki yazımızda koronavirüsün yol açtığı bunalımın ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerini sıralamış ve 'Türkiye'nin 2020 yılında yüzde 1.8 büyümüş olması, bu gerçekleri ortadan kaldırmadı' demiştik...
Bu durumun nedeni, krize karşı mücadelenin kredi musluklarını açarak yürütülmüş olmasıydı...
Aynı dönemde kişi başına yıllık gelir, dolar bazında yüzde 6,7 azalmış ve 8 bin 599 dolara kadar gerileyerek son 14 yılın en düşük seviyesine inmişti.
***
Önceki gün 2021 yılı 1. çeyrek büyüme rakamları açıklandı. TÜİK'in açıkladığı verilere göre, Türkiye ekonomisi yılın ilk çeyreğinde 2020'nin aynı dönemine göre yüzde 7; 2020'nin son 3 ayına göre de da yüzde 1,7 büyüdü...
Ancak bu büyüme, belirttiğimiz nedenlerden ötürü ne gelir dengesizliğinin düzelmesine, ne de işsizlik sorununun çözümüne yol açacak... Çünkü aynı dönemde hane halkı tüketimi yüzde 1,7 daralırken devletin nihai harcamaları yüzde 2,1 azalmış bulunuyor...
Koronavirüs salgınının ekonomide yarattığı tahribat ise artmaya devam ediyor ve bu yıl turizm sektöründen beklenen gelir elde edilemezse fatura daha da kabaracak.
***
Yine önceki yazılarımızda koronavirüs salgınının dünya ekonomisinin önde gelen ekonomilerinde kırk yıldır izlenen neo-liberal politikaların yumuşatılması yönünde bir etki yaptığını, ancak bu girişimin dünyanın en zengin ekonomileriyle sınırlı kaldığını söylemiştik...
Söz konusu eğilim en açık biçimde devlet harcamalarındaki artış olgusunda açığa çıkıyor...
Nitekim, ABD Başkanı Joe Biden'ın ABD Kongresine sunduğu 2022 mali yılına yönelik 6 trilyon dolarlık bütçe teklifi, altyapı, sağlık ve eğitim gibi harcamaların artırılmasını hedefliyor. Bütçenin 3 trilyon dolarlık bölümü, kurumlar vergisi ve en zenginlere yönelik vergilerden sağlanacak ek gelirle finanse edilecek.
***
Türkiye gibi 'gelişmekte olan' ülkelerde ise merkez bankalarındaki kaynakların erimesi, verimsiz yatırımlar, yolsuzluklar ve cari açıkların finanse edilmesindeki güçlükler, bu tür önlemlerin alınması imkanını ortadan kaldırmış durumda...
Dolayısıyla pandemi nedeniyle ağırlaşmış olan sorunlar, borçlanmaya hız verilmesi ve dolaylı vergilerin artırılması yoluyla aşılmaya çalışılıyor...
Özelleştirmelerin hızlanması ise bu politikanın tamamlayıcı bir parçası oluyor.
***
Türk lirasının değerinin sürekli erimesi, izlenen bu politikanın bir sonucu...
Bu süreçte ekonomik sıkıntılar ve artan döviz fiyatları nedeniyle enflasyonun durdurulamayan yükselişi, siyasal iktidarın oy oranın düşmesine yol açıyor...
Bu eğilimi durdurmak için neo-liberal politikalar 'popülist' bazı söylemler ve harcamalarla takviye edilmeye çalışılıyor. Bu da cari açığı artırarak sorunları daha ciddi bir hale getiriyor.
***
Koronavirüs salgınının vahimleştirdiği bu tablo, salgının ekonomide yarattığı tahribatın uzun vadeli ve kalıcı olacağını gösteriyor... Muhalefet partilerinin hazırladığı ekonomik programların da sözü edilen çerçevenin dışına çıkamıyor olması bu durumun bir göstergesi...
Siyasal iktidarın ekonomik manevra alanı daralırken, muhalefet partilerinin sorunlara getirdiği çözüm 'Batı'nın kredi kanallarının açılmasına yönelik bazı tavizlerden ibaret. Bunların başında da faizlerin artırılması, IMF'nin özünde 'kemer sıkma'ya dayalı formüllerinin uygulanması ve Merkez Bankası yönetimine istikrar kazandıracak bir takım önlemlerle para politikalarının küresel sermayenin isteklerine 'çıpalanması' geliyor...
Sonuçta, yazımızın başlığında da söylediğimiz gibi koronavirüsün açtığı yaralar, hayatımızın hiçbir alanından kolay kolay silinmeyecek gibi görünüyor.