Önceki yazımızda 12 Eylül döneminin Türkiye’de sol akımları yıkıma uğrattığını, bu yıkım ortamında dünyada gelişen neoliberalizm akımının sosyal demokrat partileri de etkisi altına aldığını söylemiştik...

Bilindiği gibi 12 Eylül’den sonra birden fazla sosyal demokrat parti kuruldu: Halkçı Parti, SODEP, SHP, DSP ve son olarak CHP...

Bu partilerin tümü kendilerini Atatürk’ün kurduğu CHP’nin devamı olarak gösterdiler ama değildiler.

***

Atatürk’ün kurduğu CHP, Avrupa tipi klasik bir sosyal demokrat parti değildi...

Sosyal demokrat partiler, Marksist gelenekten gelmelerine karşın Avrupa’nın “işçi aristokrasisi” ve “sendika bürokrasisi”nin hakimiyeti altına girdikten sonra ülkelerindeki liberal partilerin uzantıları haline gelmiş ve ne zaman iktidara gelseler ülkelerinin emperyalist dış politikalarını sürdürmüşlerdi...

Atatürk’ün kurduğu CHP ise ezilen bir ulusun milli kurtuluş savaşından doğmuş anti-emperyalist bir partiydi.

***

Elbette o dönemde tek parti olması dolayısıyla CHP içinde ülkenin tüm sosyal sınıflarının temsilcileri yer alıyordu...

Ancak bu partiye özelliğini cumhuriyetçiliği, ulusalcılığı, laik sistemi kurması ve savunması veriyordu...

CHP, aynı zamanda devletle bütünleşmiş bir parti olduğu için bürokrasinin de parti içinde belirli bir ağırlığı vardı. İsmet İnönü, bu “devletçi” kanadın temsilcisiydi.

***

12 Eylül sonrası dönemde kurulan sosyal demokrat partiler ise istisnasız liberal ve NATO’cu partilerdi...

Bunlar ne zaman kendilerine iktidardan bir pay verilse muhafazakâr ve liberal partilere öykünür, onlara yaranmak için kimi zaman onlardan bile ileri giderlerdi...

Bunun en açık örneği Ecevit’in DSP’sidir. DSP, yılı başlarında liberal sağı temsil eden ANAP ve DYP’nin birbirine düşmesi sonucu ANAP ve DSP’nin desteğiyle üçlü bir koalisyon olarak iktidara geldi. İlk yaptığı işlerden biri Fetö’cüleri partiye doldurmak, ardından kendisinden önceki hükümetlerin yapmadığı “cezaevi operasyonları” ile 100’den fazla mahkumun ölümüne neden olan bir “hapisane reformu” yapmak oldu. Bu operasyon sırasında DSP’nin “insan hakları uzmanı” Hikmet Sami Türk Adalet Bakanlığı koltuğunda oturuyordu. Bunun ardından Dünya Bankası tarafından gönderilen Kemal Derviş parlamento dışından “ekonomiden sorumlu bakan” yapıldı. O da “toprak reformu” adına çiftçinin tüm prim desteklerini kaldırıp bu paralarla batık bankaları kurtararak Türkiye’yi bir “sıcak para cenneti” yaptı.

***

Kemal Derviş’in yaptığı son operasyon “en liberal” partiyi kurarak partiyi ve hükümeti dağıtmak oldu...

Derviş, bu operasyonu yaptıktan sonra bu kez “alay-ı vala” ile Deniz Baykal tarafından CHP’ye genel başkan yardımcısı olarak transfer edildi...

Deniz Baykal, da Ecevit’in izinden gitti. Ancak Baykal, bu arada düzenin efendilerini kızdıracak bir “hata” yaptı. ABD’nin Türkiye üzerinden Irak’ı işgal etmesine izin veren 1 Mart tezkeresine karşı çıktı. Böyle olunca da FETÖ marka bir kaset operasyonu ile “diskalifiye” edildi. Parti başkanı olarak yaptığı son açıklamada “Pensilvanya”yı akladı ve yerini paraşütle partinin tepesine getirilen Kılıçdaroğlu’na bıraktı. Kılıçdaroğlu’nun yaptığı ilk iş partiyi ABD’yi kızdıran Önder Sav gibi “ulusalcılar”dan temizlemek ve partisinin artık “eski CHP” olmadığını ilan etmek oldu. Bu konuda son derece haklıydı!

(Devam edecek)