Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Giresun Milletvekili ve TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu (KEFEK) üyesi Necati Tığlı, Türkiye'de Kadın Cinayetleri ve Çocuk İstismarı Raporu' adıyla bir rapor açıkladı...

Raporun en çarpıcı özelliği son yıllarda kadın cinayetlerinin sürekli arttığını göstermesi...

Cinayetlere şiddet ve tecavüz olayları eşlik ediyor.

***

Raporda 2016, 2017 ve 2018 yıllarında işlenen kadın cinayetleri ile ilgili rakamlar yer alıyor... 2019 yılının ilk altı ayına ait rakamlar da bu tabloya eklenerek kadın ve çocuklara uygulanan şiddet grafiklerle sergileniyor...

Sonuçlar şöyle:

2016 yılında 329 olan kadın cinayeti sayısı 2017 yılında 409'a, 2018 yılında 439'a yükselmiş... 2019'un ilk altı ayında işlenen kadın cinayeti sayısı ise 214'ü bulmuş...

1 Ocak 2016 ile 30 Haziran 2019 tarihleri arasında yani 42 aylık sürede en az 1391 kadın erkekler tarafından öldürülmüş; en az 982 kadın tecavüze uğramış, en az 896 kadın cinsel şiddet görmüş.

***

Burada 'en az' ibaresi boşuna kullanılmıyor...

Çünkü bu tür olayların her zaman resmiyete intikal etmediği; kimi zaman ailenin de suç ortaklığıyla 'kaza', kayıp' gibi gösterildiği ya da hiç adalete yansıtılmadığı biliniyor...

Dolayısıyla buradaki rakamlar yalnızca buzdağının görünen ucunu temsil ediyor.

***

Dünya Ekonomik Forumu'nun (DEF) tarafından yayınlanan '2018 Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu', aynı soruna küresel bir açıdan yaklaşıyor...

Böylece dünya ülkeleri arasındaki yerimizi de görebiliyoruz...

Rapora göre ülkemiz, cinsiyet eşitsizliğinde 149 ülke arasında 130. sırada yer alıyor...

Geride bıraktığımız ülkelere baktığımızda ise hiç de gurur duyamıyoruz...

İşte o ülkeler:

Fildişi Sahili, Bahreyn, Nijerya, Togo, Mısır, Moritanya, Fas, Ürdün, Umman Sultanlığı, Lübnan, Suudi Arabistan, İran, Mali, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Çad, Suriye, Irak, Pakistan, Yemen.

***

Bu noktada olaya tarihsel, hatta tarih-öncesi, bir açıdan bakmakta yarar var...

Kadın ve erkek arasındaki ilişki, insanlık tarihi boyunca karmaşık sorunlar yaratmış... Bu ilişki bir yandan insan topluluklarının varlıklarını sürdürmesi ve güçlenmesi için zorunluyken, diğer yandan sürekli gerilim doğurmuş...

İnsan topluluklarının başlangıçta bir 'rol paylaşımına' dayalı olduğunu gösteren sayısız sosyal, antropolojik ve arkeolojik kanıt var...

Bu 'ilkel' rol paylaşımına göre, erkek, küçük topluluğun korunmasını üstlenirken kadın çocuk doğurmakla yükümlü görülmüş...

Bu da daha en başından kadın-çocuk dayanışmasını geliştirirken baba ile erkek çocuk ve kadın arasında çoğu zaman üstü örtülen bir 'sevgi-nefret' karmaşasına neden olmuş.

***

Baba oğul arasındaki çatışma, kadın-erkek arasındaki çatışmayla yakından ilgilidir...

Çünkü bu çatışmada 'ana her zaman oğulun yanında yer alır...

Örneğin Yunan mitoslarında annesi Gaia'nın yardımıyla babası Uranos'u öldürerek tanrılar topluluğunun başına geçen Kronos, karısı Rhea'dan olan oğullarını yutar; bu durumu kabullenemeyen Rhea, yeni doğurduğu oğlu Zeus'u babasından kaçırarak İda dağında (günümüzün Kaz dağı) saklar... Sonunda Zeus, babasını öldürerek yutulan kardeşlerini babasının karnından çıkarır ve Olimpos dağındaki tanrılar topluluğunun başına geçer...

Sophokles'in meşhur Oedipus Tragedyası'nda da bir kahin, Tebai kentinin kralı Laios'a 'Bir oğlun olacak, ama bu çocuk ileride seni öldürecek, kraliçe yani annesi ile evlenecek ve daha sonra herkes mutsuz olacak' der... Bunun üzerine kral, yeni doğan oğlunun öldürülmesini ister; ancak ana kraliçe devreye girer ve çocuğun ıssız bir yerde ölüme terkedilmesini sağlar... Sonunda terk edildiği yerde kendisini gören biri tarafından kurtarılan çocuk büyür ve tanımadığı babasını öldürerek annesiyle evlenir; böylece kimse istemese de kehanet sonunda gerçekleşir.

(Devam edecek)