İnsanız;çoğu zaman kendimizi tanımıyoruz, bilmiyoruz,görmüyoruz. Hayatta bizi,zihnimizi, dikkatimizi, bedenimizi yoran,meşgul eden bir yığın şey varken;onca mücadele içinde insanı unutuyoruz.Hırslar, ihtiraslar,arzu ve istekler büyürken;manevi derinlikleri es geçiyoruz.Çevremize ,hayatımıza baktığımızda iyi ve güzel diye nitelendirebileceğimiz şeylerin ne kadar azaldığını fark ediyoruz.

İnsan insanın aynasıdır. Bu ayna kimlerden oluşuyor acaba? Diyorum ki; kişi kendisi nasılsa, karşısındakini de öyle görür aslında. Bazen bölük pörçük anılar gelir usuna dalarsın uzaklara…1956 sonbaharında  İstanbul’dayım. Kabataş Erkek Lisesi’nde okuyorum (şimdilerde karma ve Anadolu Lisesi olarak öğretim yapıyor). Hafta sonları maça, sinemaya,tiyatroya giderek değerlendiriyorum zamanımı.Beraber büyüdüğüm arkadaşlarım,üniversite yıllarım,sonrasında eşim,genişleyen dost ,akraba çevrem,çocuklarım.Kıymet verdiğim ve kıymetini bildiklerim onlar…

İlişkiler yozlaştı.Her şey paraya endeksli.İnsan kullanmak,insanı imkân olarak görmek ,menfaat ve çıkara dayalı ilişkiler kurmak güncel ve makbul günümüzde.Son dönemlerde özellikle siyasî arenada ötekileştirmeyi, kamplaştırmayı, kutuplaştırmayı arttıracak söylemler de çokça kullanılır oldu. Bunlar aslında Türkiye için yeni kavramlar olmamakla birlikte zaman zaman düşük tonda; zaman zaman da yüksek tonda söylenmektedir.Kişiler çatışma kültüründen, uzlaşma kültürüne henüz geçemedi. Hatta bırakın geçmeyi, pek çok noktalarda geri adımlar dahi atmaya başladı. Demokrasiden atılan geri adımlar, korku kültürünün ve nefret söylemlerinin artması, insanları güvensizleştirmiş ve gerçeği söyleyemez hale getirmiştir.

İnsan ilişkileri öncelikle toplumun güven duygusuna dayanır.Sosyal ilişkilerin de temel taşıdır güven duygusu.Sevgi,saygı,samimiyet üzerine kurulmuş her ilişki güven duygusunu perçinler.Bir toplumda güven duygusu yüksek olduğunda sosyal dayanışma artar,toplumsal sorunların çözümü kolaylaşır.

Bu nesil mesela; insanların arasında değil,telefonun,televizyonun, bilgisayarın içinde.Okumuyor; sanata,kültür ve edebiyata mesafeli hep.Kitap okur, yazı yazarım, gazeteleri atlamam.TV izlerim; kısacası antenlerim sürekli çalışır. Bu bende rutin hale gelmiştir. Onlar beni yönlendirir.Onlar olmayınca tamam olmuyor.

Her yiğidin yoğurt yiyişi gibi benim de kendi okuma-yazma biçemim var. Herkes gibi ben de insanım. Meziyetlerim de var, kusurlarım da elbet. Zaman zaman değişken,inatçı.Zaman zaman sakin, durgunum…

Ayna demiş ki bakana: ‘‘Kendini nasıl görmek istiyorsan, öyle bak bana’’.Aynaya ne gerek var; işte karşında insan, ona bak yeter…

Burada bakmak, görmek ve yorum katmak öne çıkar. Yazmanın en önemli öğesi, okumaktır. Yazarsanız, okumak-yazmak da gelişiyor. Koyuverdiniz mi ipin ucunu; hepsi bitiyor…

Değişmeyen tek şey değişim olduğuna göre ;istesek de istemesek de hayat bizi şekillendiriyor.Değişim dediğimiz şey çaba harcamadan,emek vermeden olmamalı.Değişebilmek ise; adaptasyon,zeka ve farkındalıkla  mümkün bana göre.Değişebilmek gelişebilmektir diye bakıldığında ;olumlu değişiklikler iyidir,faydalıdır. Ne diyordu bir Fars atasözü : ‘‘Aynadaki görüntünü beğenmiyorsan , aynayı değil kendini değiştir. ’’

Bir duyarlılık körleşmesi yaşanıyor ülkemde. Yaşam deneyimlerim şunu söyletiyor bana: “ Hiçbir şey birdenbire olmadı. Her şey, geliyorum dedi. Ama biz ciddiye almadık. Tehlikelerin de farkına varamadık. Oysa musibetler vardı birikmiş; kişi olarak da, toplum olarak da bir duyarlılık körleşmesine uğradık diye düşünüyorum.