• 'Son Zeytinler' kitabınızdan sonra 'Balkabağı' isimli yeni bir kitap ile okuyucuya merhaba dediniz. İlk tepkiler ne oldu?

Henüz çok yeni Balkabağı… Ama benim iyi bir okuyucu kitlem var. Son Zeytinler'den sonra, çok yeni dostlar edindim ve birbirimizle bir bağımız oluştu. İnanın bazı okuyucularımdan öğretmeninden korkan çocuk gibi korkarım ben. Fikirleri benim için çok kıymetlidir ve şimdiye kadar da aldığım tepkiler beni çok mutlu etti. Sınavı geçmiş gibi hissediyorum diyebilirim.

'OKUMAK BİLE BİR SANAT BELKİ'

• İyi bir okuyucu olmak ne gerektirir?

İyi okuyucu olmak, iyi bir yazar olmak kadar zor bir iştir. Cümleleri tahlil edebilmek, klişeleri ayırmak her okuyucunun harcı değil maalesef. İnanın bu bile bir sanat belki. Bazı cümlelerdeki deryayı görmek, içine dalmak o deryayı daha da enginlere taşımak iyi bir okuyucu olmayı gerektirir. Ben elinde kalemiyle kitap okuyan insanları gördüğüm zaman; işte diyorum, 'Tahlil ediyor. Farklı olanı buluyor, ruhuna dokunana işaretini koyup, altını çiziyor. Ve sonrasında o duygulara geri dönüp tekrar tekrar okuyor.'

• Bu kitabın içinde kimlerin hikayesi var? Bize karakterleri tanıtır mısınız?

Usulca yaşayan gölgeler; sekiz yaşında henüz bebek olan kardeşiyle yaşam mücadelesi veren, annesi tarafından terk edilmiş Ayşegül ile kocası tarafından aldatılan Bahar Hanım'ın garip bir şekilde yollarının kesişmesiyle yaşanan olayları konu alıyor. Balkabağı ise çok iyi bir okuyucumun yorumuyla anlatırsam; Petek'in metafizik örgülü yaşamının hayatın gerçekleriyle iç içe geçişinden bahsediyor. Doğduğu günden beri üç perisiyle yaşayan Petek'in öyküsü; 'neden olmasın?' dedirtebilir. Balkabağı çocukluğunda hayatının dönüm noktasında yaşadığı ve o an odaklandığı obje ve Petek hayatı boyunca bu objeyle insanları özdeşleştiriyor. Salcioğli Hasan; babamın bana anlattığı yaşanmış bir olaydır. Bir zamanlar Karadeniz'in bir yerinde kalbinin bütün sırlarını 'gönül defteri' adını verdiği defterine döken Hasan'ın; okuldaki maalesef kalbi doğuştan kara bir çocuk tarafından o defterin çalınmasıyla gelişen olayları anlatıyor. Şimdi o çocuk da belki hayattadır belki değildir ama umarım kalbinin karalığını akıtmış, huzura ermiştir. Ayrıca kitapta; Lisana Hükmedebilmek, Aşkın Somut Hali ve Akla Sahip Çıkmak isimli de üç deneme bulunmaktadır.

• Kitabınızın bir bölümünde 'İnsan insana emanettir' diyorsunuz. İnsan ne zaman ve hangi durumlarda insana emanettir?

Öyle insanlar var ki ve aslında o kadar çoklar ki; usulca bir gölge gibi yaşar, geçer ve giderler bu dünyadan… Hayat yolunda böyleleriyle de yolumuz çok zaman kesişir elbet. Genellikle farkına bile varılmazlar ve bazen arkalarımızda kırgın ve küskün kalırlar. Zaten sesleri de pek yükselmez, yükseltemezler. Belki de bizizdir onlardan biri… Evet, insan insana emanettir. Doğduğundan ölene kadar. Emanete hıyanet etmemek için ne mi yapmak lazım? Kırmamak, incitmemek, elden geldiğince yardım etmek, hiç olmazsa selam verip, gülümsemek…

'İDEOLOJİK GÖRÜŞLER İNSAN YAPIMIDIR'

• Kitabınızın sonundaki denemelerde dogmatik düşüncelere takılı kalmayı eleştiriyorsunuz. Sizce dogmatik düşünce kişiyi ve toplumu nereye götürür?

Ben daha ziyade belli ideolojik görüşlere körü körüne tapmayı reddediyorum. İnanç başka bir mevzu. Orada kalp devreye girer. Ama ideolojik görüşler insan yapımıdır ve uygulanırken çoğu sekteye uğrar. Hedefe varmak için her şey mubah değildir. Dürüstlük ve doğruluk temel taştır bu binaların inşasında. Bunlardan sapma olduğunda benim gözümden düşüyor bu kavramlar. Benim de zaman zaman kapıldığım olmuştur mumla ararken kendimi, 'Ben kimim?' diye… Ama vicdanımı rahatsız eden ufacık bir nokta olsa bile uzaklaşıyorum artık… İlk tuğla doğruluk dürüstlük ve vicdan olmalı… Bunlarda daha kaya gibi sağlam değilse toplumda yokuş aşağı gider maalesef…

• Öz sanatımızda ve kültürümüzde sizce de dejenere olmuş durumda mıyız? Bundan kurtulmanın yolları neler?

Birilerinin kontrolünde olan ve hepimizin, özellikle gençliğin üzerine püskürtülen sanat ve kültür anlayışında evet maalesef bir dejenerasyon görüyorum. Şu kitap okunur, bu şarkı dinlenir… Görsel sanatlarda kendi elimizdeki dallar unutulmaya yüz tutmuş. Minyatürün, ebru sanatının ne kadar fakındadır yeni nesil bilemem. İnsan önce kimliğini, sıfatlarını bilir, kendini tanırsa görebilme duyabilme anlayabilme yetileri de gelişir. Yoksa önünüze ne konulursa onu yersiniz ve daha tadına bakmadan size bu lezzetlidir, derler ve siz de daha başından kabul edersiniz. Çünkü daha kendinizi tanımıyorsunuzdur. Okumak, araştırmak, düşünmek… Bundan kurtuluş başka ne olabilir ki?

• Kitabınızı okuyan kişilerde belirginleşen ortak bir algı var: 'Kitapta kendimi gördüm.' Bu algıyı yaratmak için özel bir çaba gösterdiniz mi?

Özel olarak bir çaba harcamadım ama aynı toprakların insanlarıyız. Farkında olmadan aynı içgüdülerle yoğurulmuşuz ve benim anlattıklarımı zaten okuyan da hayatının bir yerlerinde fark etmiş veya yaşamış oluyor. Sadece hissiyatlar dillendirilince; kendilerinden, hayatlarından kesitler görüyorlar belki de…

• Geleceğe dönük planlarınız neler? Şimdiden yeni bir kitap çalışmasına başlamayı düşünüyor musunuz?

Ben yazarak nefes alıyorum, ne yapayım? Gücüm ve aklım yerinde olduğu sürece de devam etmek istiyorum. Şu an yeni kitabım üzerine çalışmalara başladım. Bu seferki bir roman… Umarım en kısa zamanda tamamlarım ve okuyucunun karşısına alnım ak çıkabilirim. Onun haricinde sevgili sanatçı dostum Gülden Kaya ile yazın ve desenin iç içe olduğu sergilerimizin üçüncüsünü yapmayı planlıyoruz. Ve bunun yanı sıra öykü atölyeleri planlar arsında. Bakalım inşallah üretimi bol bir yıl olsun diyorum ve size çok teşekkür ediyorum.

YALNIZLIĞIN DA LEZZETİNE VARILABİLİR

• Eserinizdede ele aldığınız 'yalnızlık' kavramını nasıl tanımlarsınız?

Kendini tanıyan ve kendiyle mutlu olan insanlar için bazen yalnızlık bulunmaz nimettir. Ve tabi bunun için yeterli ve gerekli koşul insanın kendisine dışardan doğrusuyla eğrisiyle objektif bakabilmesi… Başkalarını tahlilden ziyade önce kendi benliğimizi masaya yatırmak şart. Tabir etmeye çalışırsam mikroskop altında incelemeliyiz kendimizi. Tedaviye muhtaç yerleri elden geldiğince onarmak lazım. Bunun içinde yalnızlık şart. O zaman yalnızlığın da lezzetine varılabilir ama her zaman değil… Çünkü insan ne olursa olsun sevgiye, şefkate muhtaçtır. İnsan sevmek, sevilmek, insan sarılmak ister. Bu da tabii ayrı bir konu… Nihayetinde 'Yalnızlık Allah'a mahsus…'

Muhabir: Haber Merkezi