Zehra ŞAHİNDOKUYUCU

Kuvay-ı Milliye’nin son kalelerinden ve mizah dünyamızın duayenlerinden Nuri Kurtcebe ile karikatürü, Oğuz Aral’la ilginç tanışma hikayesini, Gırgır Dergisi’ni ve Atatürk’ü konuştuk. Kurtcebe, verdiği samimi yanıtlarda bu ülkede yaşayan tüm Türk vatandaşlarının Atatürk’e büyük bir borcu olduğunu anlatarak, “Benim O’na bir borcum var. Ben o borcu Çanakkale’yi çizerek ödemeye çalışıyorum. Ömrüm yettiği kadar çizeceğim. Yetmezse diye de genç arkadaşlarımı görevlendireceğim. Bu bir maratondur. Herkes bu bayrağın başında bekleyecektir. O bayrağın adı Mustafa Kemal Atatürk’ün ışığıdır” diye konuştu.

Kurtcebe, karikatürün genetik ve yetenek işi olduğunu belirterek, “Karikatürist olunmaz, karikatürist doğulur” diyerek bu işin en öncelikli yetenekte başladığını söyledi. Kurtcebe, “Babam asker olmasına rağmen o da çok iyi resim yapardı, ben 5 yaşında resim çizmeye başladım, genetik ve yetenek olmasa bu yaşta bir çocuk mümkün değil resim çizemez” şeklinde konuştu.

Öncelikle karikatür serüveniniz nasıl başladı?

Derler ya “her şey ana rahminde olur.” Yetenek genetiktir. Genetik yetenekler 7 göbek sülalenizde varsa size de denk gelebilir veya gelmez, bana denk geldi. Mesela babam asker olmasına rağmen o da çok güzel resim yapardı. Ben, doğmadan önce karikatür çizmeyi biliyordum bence. Bununla birlikte mizacınız, kendinizle alay etme yeteneğiniz de varsa karikatürde ilerliyorsunuz.

“OĞUZ ARAL İSMİNİ DUYUNCA OK GİBİ YERİMDEN FIRLADIM”

Geçmişte çıkan ve mizah dergilerimizin yapı taşlarından biri olan Gırgır Dergisinden söz edildiğinde ilk akla gelen çizerlerden birisiniz. Oğuz Aral’la tanışmanızı ve Gırgır ekibine katılma sürecini bize anlatır mısınız?

Radar Reklam’da çalışırken Yalçın (Çetin) abi öğle yemeklerinde dışarı çıkardı. Her gittiğinde de derdi ki: “Nuri kapıdan içeri kimseyi sokmayacaksın.” Her şey ortada çünkü.,.. Radar Reklam Carton film atölyesi. Bir gün çalışıyorum kapıdan içeri uzun boylu siyah güneş gözlüklü midi deri pardesölü bir beyefendi girdi ve o tarafı bu tarafı karıştırıyor ben de baktım “Beyefendi karıştırmayın orayı burayı kimi arıyorsunuz kime geldiniz?” dedim, oturduğum yerden konuşuyorum böyle ukala ukala,  o da bana “Yalçın burada mı evladım?” diye sorunca ben  “Yalçın abi burada değil ben de sizin evladınız değilim” dedim. Adam beni hiç dinlemedi ve etrafı karıştırmaya devam etti, ben tekrar “Beyefendi karıştırmayın” dedim.  Sonra geldi masama baktı ve “Bunları sen mi çiziyorsun” dedi, ben de “Evet ben çiziyorum, siz kimsiniz?” diye sordum,  “Ben Oğuz Aral” dedi, tabi ben Oğuz Aral ismini duyunca (Oğuz Aral karikatürist olarak çok iyi bildiğim duayen isimlerden biri ama maalesef ki kendisini tanımıyordum) ok gibi fırladım yerimden kalkıp koltuğumu göstererek “Buyur abi” dedim. Ben bu hareketi Oğuz abiye olan saygımdan, hayranlığımdan sevgimden yaptım. Ama hazrola geçme  hareketimle meğer Bab-ı Âli’de bin yıllık adeti örfü töreyi yerine getirmişim: Şöyle ki, Bab-ı Âli’de bir gazeteye bir usta geldiği zaman çıraklar hemen sandalyeyi terk ederlermiş, ben bunu bilmeden yaptım. Her yetenekli çocuğun bir mitosu vardır, ben de Oğuz Aral’ın karikatür karakterleri olan Utanmaz Adamlarla, Haym Mammer ile Hafiyesi Mahmut’la büyüdüm. Oğuz abi orada çizgilerimi beğenmiş olacak ki, o gün bana “Ben bir mizah dergisi çıkaracağım” dedi “gelir çizer misin” dedi ben de “Olur” abi dedim ve uçtum mutluluktan. Yalçın abi’ye kararımı söyledim. Oğuz Aral’ın beni çağırdığını anlattım. Bizde usta-çırak ilişkisi vardı öyle Fransa’daki gibi mizah akademisi falan yok. Dedim ben gidiyorum, Yalçın abi “Oğuz’a mı gidiyorsun” dedi, bana engel olmadı ama sadece “Nuri dikkat et “dedi. “Neye dikkat edeyim abi?”, o da “Oğuz kendinden sonra bir çizgi ve beyin mirası bırakmak istiyor” dedi. Ben ne demek istediğini o zaman anlamadım. Ama seneler sonra anladım ki Oğuz abi herkesin çizgisini kendisine benzetmek istiyordu. Oğuz abiye “Abi bırak adamı, nasıl çizerse çizsin, çeşit olur”, “Bırak abi müdahale etme” derdim, O da “Yok yok” diyerek kendi gibi istiyordu.  “İyi abi, beni kendine benzetemeyeceksin” dedim ve Almanya’ya gittim. Oğuz Aral’ı halen çok saygı ve sevgiyle anarım. Gırgır’ın çekirdek kadrosunu sayayım size Oğuz Aral, Hayalet Oğuz (Oğuz Ableçin), Mustafa (Mim) Uykusuz, Mustafa Eremektar (Mıstık), Ferit Öngören, bir de ben Nuri Kurtcebe… Bir tek yaşayan benim bu çekirdek kadrodan.

MİZAH DÜNYASINDA KİM EKMEK YİYORSA OĞUZ ARAL SAYESİNDEDİR

Oğuz Aral günümüzde birbirine tamamen zıt biçimde hatırlanıyor. Kimilerine göre babacan ve gençleri meslek sahibi yapan pozitif bir figürken, kimileri onu  çizerler üzerinde baskı kurmakla kendi çizim tekniğini zorla empoze etmekle suçluyor. Oğuz Aral bu iki uç tanımlamanın neresinde duruyor, siz ustanızı nasıl hatırlıyorsunuz?

Şimdi şunu söyleyeyim Oğuz abi Gırgır’da yanına kabul edip çalıştırdığı her gence veya karikatürcü adayına, bu işe gönül vermiş herkese Gırgır’ın kapısını sonuna kadar açtı. Ben o yüzden Oğuz abiden çok şey öğrendim. Şu çok önemlidir. Oğuz abi eğer sizi sevip de “Şu sayfa senin olsun sen çizgi roman yap diyorsa, bilin ki sizde gençliğinin bir parçasını görmüştür.” Kendine benzeyenleri daha çok tutardı o doğru. O da kötü bir huy değil bence. Oğuz abinin çok iyi kötü huyları da vardı hepimiz gibi. Ama terazinin iyilik kefesi daha ağırdı. Öldüğü zaman şunu anlattım: “Bugün mizah dünyasında, karikatür dünyasında karikatürcü olsun, köşe yazarı olsun kim ekmek yiyorsa yatsın kalksın Oğuz abiye dua etsin.” O, Gırgır’da beş kuşağı buluşturmuş biriydi. Beş deli kuşak. Deli diyorum. Normal değildik biz. Normal olsak, inatla doğruları güzelleri çizmeye o tehlikeleri göze almaya kalkar mıydık? Bizde de biraz Don Kişotluk var yani. Don Kişot da zaten normal bir insan olsaydı yel değirmenlerine saldırmazdı.

Karikatürde farklı türlerin deneyen birisiniz, oysa Türkiye’de pek yaygın bir yöntem değil. Biz çizerleri genellikle ezberlediğimiz tek bir biçimde tanımaya alışkınız. Sizi bu farklı biçimleri denemeye iten neydi ve neden bu tarzdaki çizerlerimiz az?

Bu sorunun cevabını gerçekten bilmiyorum. Bildiğim tek şey, bir sanatçı ister ressam olsun, ister müzisyen, ömrü kendini aramakla geçer. Her yıl kendini aşar ya da aşmalıdır. Bir karikatüristin ilk çizgileri farklıdır sonraki çizgileri farklı daha gelişmiştir, bu elde olan bir şey değildir, yaşıyorsunuz, gelişiyorsunuz ve bu yaşadıklarınızı da çizgilerinize yansıtıyorsunuz.

Maganda sözcüğünün de isim babası sizsiniz derler doğru mu nasıl ortaya çıktı anlatır mısınız?

Bunu en iyi Yılmaz Özdil’e anlatmıştım, Meclis’te bir ara maganda tartışması olmuştu, o da beni aradı. Maganda sözcüğünün nasıl çıktığını Yılmaz Özdil sözcüğün kökenini şöyle anlatıyor: “72’de askere gittim, Sivas Temeltepe... Herkes eğitimden kaçıyor, ben asker çocuğuyum, eğitime çıkayım dedim, ölürsün dediler, dışarısı eksi 45 derece... Ne yapacağız? Tesadüfen arkadaşıma rastladım, şarkıcı Neco... Tiyatrocu İsmail İncekara da orada, Erkin Koray’ın bas gitaristi Aydın Buray Şencan da orada... 30’uncu Piyade Alayı Şov Grubu diye bir grup yaptık. Nöbetçi subayların gece canı sıkılıyor, bizi çağırıyorlar, biz de eğlendiriyoruz filan. O yıllarda sinemaya giderdim, filmden önce Walt Disney’in Miki’leri oynardı... Film bahane, herkes o 5 dakkalık Miki’leri izlemeye giderdi aslında... Anadolu’da gördüm ki, ’i’ diyeceklerine ’ı’ diyorlar, ’miki’ diyeceklerine, ’mıkı’ diyorlar... Baktık ki, komedyen diyemiyor, karikatürist diyemiyor, şov grubu diyemiyor, bize ’mıkı’ demeye başladılar. Bizim grup oldu mu sana, Mıkı... Canı sıkılan nöbetçi subayı haber gönderiyor, Mıkılar gelsin... E dışarısı buz, içerde hem yemek var, hem sıcak... Mıkı olalım anasını satayım, kurtulalım dedik... Mıkı aşağı, mıkı yukarı, ben bu mıkıları kafamda çoğaltmaya başladım... Önce mıkık çıktı! Cahilin küçüğü... Çarşı izninde görüyorum ki, adam pijamayla geziyor... Mıkık’ın büyüğü... O oldu makak! Tedavisi mümkün olmayanlar da, mokok!. Adam sokağa tükürüyor, vay hayvan vay desen, seni ikiye böler... Vay mokok vay dediğinde, çıt yok, herhalde bana paye verdi diye düşünüyor... Yürürken omuzuna çarpıyor, dönüp bakmıyor bile, vay ayı vay desen, kafanı kırar, vay makak vay dediğinde, sesini çıkarmıyor!. Yani bu işin kökeni, asker ocağıdır... Askerden getirdim ben onları!. İstanbul’a döndüm, Gırgır’da Gaddar Davut’ta kullanmaya başladım... Makaktı, mokoktu derken, baktım ki, İstanbul’da onlardan çok var... Büyük şehirde yaşayanı, oldu sana, maganda!.  Bir de mağara versiyonu var!.  İşin özü, 75 milyon sayfa filan yazdık, çizdik, uç uca eklesen kutuba yol olur, hiçbiri üzerinde durulmadı, maganda kalıcı oldu... Şehir magandası, trafik magandası, futbol magandası... Ben maganda kelimesini İngiltere’de icat etmiş olsaydım, şu anda telif milyarderiydim... Herkes kullanıyor, bana su yok!”

KUVAY-I MİLLİYE KALESİ

Hocam Cumhuriyetin ve Kuvay-ı Milliyenin kalan son kalelerindensiniz.. Kendi tutkunuzla Kuvayi Milliye, Mustafa Kemal Atatürk'ün 10. Yıl Nutku, Büyük Taarruz gibi kitaplar yaptınız. Diğer çizerler arasında en cesur ve sözünü çizgisini sakınmayan çizersiniz, bunula ilgili neler söylersiniz?

Benim bir borcum var Mustafa Kemal Atatürk’e. Aslında bu vatanın tüm evlatlarının borcu var O’na. Ben o borcu ödemeye çalışıyorum. Şimdiye kadar Çanakkale için ben yapıyorum çiziyorum. Ömrüm yettiği kadar çizeceğim. Yetmezse diye de genç arkadaşlarımı görevlendireceğim. Bu bir maratondur. Herkes bu bayrağın başında bekleyecektir. O bayrağın adı Mustafa Kemal Atatürk’ün ışığıdır.  5 Nisan 1915’te size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum” diye emir vermiştir. Bu vatan bu şekilde kazanıldı. Bunu hiçbirimiz unutmayalım ve hiç kimsenin unutturmasına da izin vermeyelim.

Hakkınızda açılan hakaret davasına ilişkin neler söylersiniz?

Bu konuda söyleyecek çok şey var ama, ben kısaca ben doğru bildiklerimi söylemeye ve doğru bir şekilde çizmeye devam edeceğim. Çünkü ben bir Atatürkçüyüm ve asker bir babanın çocuğuyum.

Gençlere ne tavsiye edersiniz?

Daha önce de söylediğimi gibi doğmadan resim çizmeyi biliyordum, yoksa 5 yaşında bir çocuk resim çizemez, resme yeteneği olan işte ilkokuldan önce ilkokulda çizmeye başlar sadece şunu söyleyeceğim ne çizerseniz çizin düşünerek çizin. Resim yaparken akşam buluşacağın sevgilini düşünürsen bir şey çizemezsin ama ne çizeceğini düşünerek çizersen o zaman aklındakini çizebilirsin.

Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?

Aslında eklemek istediğim o kadar çok şey var ki ama bunu şu şekilde özetleyeyim, ben bu yaşa kadar ne yaptıysam iyiyi, doğruyu, güzeli bulmak için yaptım. Her şey iyi ve doğru için olsun istedim, farklılıklar bir arada olabilsin diye. Bunu ülkemizde en iyi yapan insanların en başında da Atatürk geliyor. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüz de hayatı boyunca bunun için uğraştı. 

Editör: Ezgi Bardakçı