Doğal veya beşeri afetlere ve bu afetlerin etkilerine odaklanan Uluslararası Afet Film Festivali, bugün CSO Ada'da startını verdi. Sanat tarihinden medyaya kentleşmeden diplomasiye çeşitli alanlardan uzmanların katılımıyla, afetler ve etkileri üzerine panellerin de düzenlediği festivalin ilk konuğu Türkiye'nin en ünlü savaş foto muhabirlerinden Coşkun Aral oldu.

CSO Ada Bankkart Mavi Salon'da Cem Yaz'ın moderatörlüğünde gerçekleştirilen "Savaşlara Tanıklığım" adlı panelde Aral, meslek hayatında tanık olduğu afetleri, edindiği tecrübeleri ve gelecekte yaşanabilecek afetler üzerine konuşma gerçekleştirdi. Yaşadığı ilk afetin 1966 yılındaki Varto depremi olduğunu ifade eden Aral, mesleki yaşamındaki ilk afet tecrübesinin ise 6 Eylül 1975 tarihindeki Lice depremi olduğunu belirtti. Afetlerden halen ders çıkarılmadığının altını çizen Aral, Japonya’nın yaşanan afetlerden çok iyi dersler çıkaran bir ülke olduğunu söyleyerek, “Japonya'da 7.1 şiddetindeki depremi 400 km. hızla giden bir trende yaşadım ve kimse etkilenmedi. Japonya’da da depremler oldu, ölümler yaşandı ama ders alındı. Bizde 99 depremi oldu, fakat ders alamadık” diye konuştu. Afete toplumsal olarak hazırlıklı olmamız gerektiğine dikkat çeken Aral, “Afet salt binanın yıkılması ile olmuyor. Sonrasında yaşananlar da buna dahil. Beklenen İstanbul depreminde en az 500 bin insanın doğrudan etkilenmesi bekleniyor” diye konuştu.

“SAVAŞLAR EN BÜYÜK AFETLERDİR”

Açlık, susuzluk, salgın gibi ölümcül afetlerin tamamının savaş içerisinde yaşandığını aktaran Aral,”En büyük afet savaşlardır. Çünkü literatürdeki bütün afetler tek bir savaşta yaşanabiliyor. Yangını da açlığı da susuzluğu da savaşta yaşıyorsunuz. Yarım asra ulaşan meslek hayatım hep bu tarz afetlerin içerisinde geçti. Akıllı ülkeler savaşları başka ülkelerde çıkartırlar. Neden savaşma ihtiyacı duyuyorlar? Çünkü ne yazık ki savaş en çok kazandıran sektör. Çünkü silah sektörü çok kazandırıyor. Ve ne yazık ki silah fabrikaları hep var olacaktır” dedi.

“En önemli ilham kaynağım doğa” “En önemli ilham kaynağım doğa”

“BİLGİNİN AKTARIMI ANLAŞILIR OLMALIDIR”

Afet konusunda toplumun bilinçlendirilmesinin öneminin çok büyük olduğunu vurgulayan Aral, “Bilginin aktarımı anlaşılır olmalıdır. Ruhu şad olsun deprem dedemiz vardı. ilk kez depremi topluma anlaşılır bir biçimde O anlattı. Bugün Celal hocamız anlatıyor. Bazı akademisyenler ise tamamen kendi akademik dilinde vatandaşın anlamayacağı bir şekilde bilgi aktarmaya çalışıyor” ifadelerini kullandı.

“OBRUKLAR İÇİN GİRİŞİMDE BULUNULMALI

Yanlış tarım uygulamaları sebebiyle Konya’da oluşan obruklar hakkında halen en ufak bir girişimde bulunulmadığına dikkat çeken Aral, “Son 20 yılda Konya bölgesinde yanlış tarım uygulamaları çok arttı. 10 bin yıldır buğday, arpa ekilen bölgeye şeker pancarı, kırmızı havuç, çok su tüketen pamuk ve mısırı ekerseniz yer altı suları yok oluyor ve onları barındıran mağaralarda çöküp 60 metre derinliğinde obruklar oluşuyor. Ve halen en ufak bir girişim yok obruklara karşı. Çok büyük paralar kazanılıyor ancak bunun bedelini insanlarımız ödüyor. Bu oluşan obruklar için girişimlerde bulunmalı” dedi.

“İKİ DİZİM DE NORMAL İNSANDAN ERKEN ERİDİ”

“Afet koşullarında çalışırken fiziksel ve mental travmalar yaşadınız mı?” sorusuna yanıt veren Aral, “Benim de afet alanlarında yaşadığım travmalar var. Örneğin fiziksel olarak iki dizim normal bir insandan daha erken eridi. Çünkü biz bir seyahate gittiğimizde 12.5 kilo ağırlığında bir kamera, 20 kilo ağırlığında iki tane “Anton” batarya ve 7.5 kilo ağırlığında bir sehpayı iki iki kişi taşıyorduk. Aynı işi BBC yapmaya gittiğinde 20 kişi giderdi. Ve biz 20 kişinin yükünü iki kişi taşırdık” diye konuştu.

“FUTBOL VE MAGAZİN MUHABİRLERİNE MİLYONLARI AKITTILAR”

Geçmişten günümüze araştırmacı gazeteciliğe gereken değerin verilmediğini kendi kariyerinden bir örnekle anlatan Aral, “İnşallah” adında bir otele gitmiştik. Tuvaletin kapısını açtığınızda aşağıya düşebileceğiniz bir oteldi. Benim de ülkemin kaderi bu. Futbol muhabirlerine, magazin muhabirlerine milyonları akıttılar. Halen de öyle. Biz bir kanal kurduk. Önce “İz” daha sonra “Habitat” adında. Devleti aliyye kanalımızda yayınlanan reklamların saniyesine çok kazanıyoruz diye(!) 50 kuruş 1 lira değer biçiyor. Ama o iğrenç kadın programlarına 200 lira değer biçiyor. Çünkü devleti aliyye diyor ki ‘Öğrenmen yasak.’ Böyle bir ülkede bizi kim anlıyor? Beni bu kalabalıkta anlayan varsa ben varım ve bu işi iyi yapıyorum” ifadelerini kullandı.

“ HABERE GİTMEK İÇİN KENDİ CEBİMİZDEN HARCARDIK”

“Genç foto muhabirlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?” sorusunu yanıtlayan Aral, gençlerin yaşadıkları ülkeyi çok iyi öğrenmesi gerektiğini belirterek, “Önce muhabir olacaksınız. Biz Savaş Ay ile cebimizdeki parayı harcayıp habere giderdik. Ben sırt çantamla Ankara’ya gelir buradan otobüse atlar bir gün Kars’a bir gün Yozgat’a giderdim. Hayatım boyunca kuduzdan ölmüş bir insanı görmedim. Bunun için atlayıp Çankırı’ya otostop ile gitmiştim. Meraklı olun. Bu benim yaratılışımda var. Bir gazetenin bünyesinde iki sene staj yapın, gezin. Ondan sonra hangi alana uygun olduğunuzu kendiniz keşfedersiniz. Savaş muhabiri diye kendini tanıtıp hava atan neredeyse savaş muhabiri diye kart bastıranlar olur. Savaş muhabiri diye bir meslek yok. Ben muhabirim. Savaşa da gidersin. Ama yaşam tarzın seni bazı şeylere bağışıklık yaptıysa bu işi yaparsın. Çünkü gittiğin yerde sana bir yemek uzatılıyor kurttan ibaret. Hadi ‘Ben yemem’ de bakalım. Ve ya birisi sana maymun gösteriyor biraz sonra kızartılmış biçimde önüne getiriyorlar o maymunu.Hadi ‘Ben yemem’ de. Diyemezsin. Kendini tanımak ancak arazide olur yani ben kendimi tanıma kitabı okudum diye bir şey yok” diye konuştu.

Muhabir: Muhammed Ali YAHŞİ