Masallarla büyütüldük…

''Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde'' diye başlayan ve yüzlerce dinlediğimiz o ünlü tekerlemenin ardından gelecek masalı nasıl da merakla beklerdik.

Çoğunlukla da minik bedenlerimizin gücü giderek ağırlaşan göz kapaklarımızı açık tutmakta yetersiz kalana dek direnir, kötü kalpli cadının güzeller güzeli prensese nasıl bir kötülük peşinde olduğunu öğrenemeden derin bir uykuya dalardık.

Ertesi günün akşamı uyku vakti geldiğinde ufak-tefek değişikliklerle yine bir türlü sonunu getiremeyeceğimiz masalı dinler, gözlerimiz kapanıp sesli sesli soluk almaya başladığımızda her gün aynı senaryoyu yaşamaktan bıkmayan annemizin usulca başucumuzdan ayrılışını fark etmeden, rüya alemine dalıp giderdik.

Zaman su gibi akıp gitti.

Yıllar yılları kovalarken, koca koca insanlar olduğumuzu fark etmedik bile.

Bu defa büyüklere masallar dönemi başladı.

Çocukluk dönemlerimizin masallarından farklıydı bu defaki masallar.

''Evvel zaman içinde…'' diye başlamıyordu.

Pembe vaatlerle donatılmış sözler hakimdi bu masallara...

Hepsi de ''cek''li ''cak''lı ifadelerle bitiyordu.

Çocukluk döneminin ''mış''lı ''miş''li biten anlatımlarının yerini, artık ''cek''ler, ''cak''lar almıştı.

İçerik değişmişti ama masalın etkisi hiç değişmemişti.

Uyutmanın etkili ilacıydı.

Çocukluk döneminin masallarından farkı, ayakta uyutmasıydı.

Ne zaman dinlesem televizyonların haber bültenlerinde nurlu ufuklardan söz eden birilerini, ne zaman tarasam müjdeli haberlerle dolu gazete sayfalarını mazisi çocukluk dönemlerine uzanan masallar gelir aklıma.

Bir türlü sonu gelmeyen,

Usandıran masallar…