Mustafa Kemal Atatürk ve dönemin aydınlarının ileri fikirlerinin yanı sıra Ulusal Kurtuluş Savaşımıza katılan kadınların ülkemizde kadın haklarının nispeten kolay bir şekilde elde edilmesinde oynadıkları rol üzerinde durduk...

Ancak, eğer dönemin 'ulusçu ve laik' ideolojisinin bu alanda oynadığı olumlu role dikkat çekmezsek konuyu eksik bırakmış oluruz...

O dönemin ideolojisi ve onun kaynağında yatan devrimci düşünceler olmasaydı, pek çok örnekte de görüldüğü gibi 'Batı medeniyeti'nin örnek alınması kadın haklarına hiçbir olumlu etkide bulunmayabilirdi.

***

Burada 'Cumhuriyet dönemi ulusçuluğu'nun bazı özellikleri üzerinde de durmamız gerekiyor...

Dünyanın her yerinde 'ulusçuluk' kapitalizm çağında şekillenmiş ve o dönemde siyasi bir güç haline gelmiştir...

Ancak her ülke ulusçuluğunu kendi tarihinden yararlandırarak şekillendirmiş ve amaçlarını gelecekteki ideallerine göre belirlemiştir.

***

Türkiye Cumhuriyeti döneminde şekillenen ulusçuluk, temellerini yalnızca Osmanlı devletinden değil, eski Türk tarihinden de alır...

Bu kimi zaman 'ırkçılık' olarak yorumlanır...

Ancak, eski Türklerin yaşantılarında hem emperyalist güçlere karşı mücadelede yararlanılabilecek hem de 'kadınların özgürlüğü' hareketine katkıda bulunabilecek pek çok olumlu yön vardır... Bunlar Mustafa Kemal Atatürk döneminde 'modernleşmeci' laik ve ulusal bir ideolojinin şekillendirilmesinde olumlu bir rol oynamıştır.

***

O dönemin Türk ulusçuluğunun 'ırkçılık' olmadığı bizzat önderinin ağzından yapılan ulus tanımından da bellidir...

'Ne mutlu Türküm diyene' özdeyişi, millet oluşumunda 'kan birliği' ve 'ırk'tan ziyade bu modern ideoloji çerçevesinde bağımsız bir ulus oluşumuna katılan her unsurun millet kavramı içinde değerlendirildiğinin en açık kanıtıdır...

Hiç kuşkusuz, 'bağımsız ve özgür kadın' da bu 'milli' oluşumun bir parçasıdır.

***

Nitekim, 1934 yılında dönemin Başbakanı İsmet İnönü, TBMM'de kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması lehinde konuşurken şunları söylemiştir:

'Kadınlarımız, Türk tarihinde kendilerine ait bulunan haklı mevkii tekrar kazanmalıdırlar. Onlar erkeklerle birlikte ülkenin ve ulusun yazgısı üzerinde konuşmak ve etkili olmak hakkına daima sahip olmalıdırlar. Türk kadını tarihte kendisine ait olan onurlu mevkiye sahip olduğu zaman, Türk halkının yazgısı üzerinde etkisini gösterebildiği zaman, ülkenin karşılaştığı güç sorunlara çözüm bulmmada erkeklerle birlikte çalışabildiği zaman, işte o zaman Türk ulusu, gücüyle ve uygarlığıyla bütün dünyayı geride bırakmıştır.'

Aynı oturumda Şebinkarahisar Mebusu Sadri Maksudi (Aral) da bu konuşmayı şu sözlerle desteklemiştir:

'Sayın Başbakan Türk tarihinde kadının rolünden çok güzel söz etti. Gerçekten o, her dönemde kesintisiz olarak siyasi yaşama katılmıştır. Bunun binbir kanıtı arasından ben yalnızca üçünü ele alacağım. Birincisi: Araplar Buhara'yı aldığı zaman Buhara Hanı ergin olmadığı için ülkeyi annesi yönetiyordu. İkincisi: Orhun yazıtlarında adı geçen Kutluk'un karısı ve Gültekin'in annesi, Kutluk'un ölümünde devlet yönetimine katılıyorlardı. Üçüncüsü: X. Yüzyılda Çin'e giden bir gezgin, Çinlilerle Uygurlar arasındaki siyasal görüşmelerde Uygur İmparatoruçesi'ninbüyük yardımcı olduğunu gözlemiştir. Kadınların siyasal yaşama katılmaları, Türklerde bir gelenektir.'

Yine aynı yıllarda Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti Başkan Yardımcısı olan Afet İnan (kendisi Atatürk'ün manevi evladıdır) kadının kurtuluşuna ilişkin tarihe referans yapan bir çalışma yürütmüş, o dönemde Türk olarak kabul edilen çeşitli topluluklarda kadının oynadığı önemli toplumsal rolü övgüyle ön plana çıkarmıştır.

(Devam edecek)