Bir önceki yazımızda 1974 yılında Kıbrıs'a yapılan müdahale sırasında ve sonrasında yaşanan kuşkulu 'kaza' olaylarına değinmiş, 'Bunların hepsinin altında Kıbrıs'a yapılan müdahalenin ardından 'stratejik müttefikimiz'in Türkiye'nin denizlerde ve havada güçlenmesini önleme çabası vardır.' demiştik...
Bunun nedeni, Genelkurmay Başkanlığı'nda ilk 'Yunan-Kıbrıs Daire Başkanlığı' yapmış olan Amiral Mustafa Özbey'in, geçtiğimiz günlerde yapılan bir toplantıda söylediği gibi, '1974 Kıbrıs müdahalesinin Çanakkale Savunması ve Kutsal Kurtuluş Savaşı'ndan sonra, Türkiye'nin emperyalizme tattırdığı üçüncü yenilgi' olmasıdır...
ABD, askeri yöntemlerle önleyemediği o yenilgiyi o günden bugüne hazmedememiş, her zaman olduğu gibi sahadaki yenilgi 'barış masasında' yengiye çevrilmeye çalışılmıştır.
***
Sözünü ettiğimiz barış masası, bir noktada değil bir kaç noktada kurulmuştur...
Kıbrıs konusu öncelikle ABD-Türkiye ilişkilerinin değişmez tartışma konusu olmuş ve bu amaçla önce Türkiye'ye karşı 'silah ambargosu' uygulanmıştır... Daha sonra Kıbrıs müdahalesi üzerine NATO'nun askeri kanadından ayrılan Yunanistan'ın NATO'ya geri dönüşünü önleyen Türkiye ambargosu 12 Eylül döneminde kaldırılmıştır...
Kıbrıs'la ilgili kurulan bir diğer masa, BM'nin gözetimi altında yapılan 'toplumlararası barış' görüşmeleri masası olmuş, 'Galli Planı' ve 'Annan Planı' gibi Kıbrıs'ta Rum ağırlıklı tek merkezli bir federasyon kurulmasını öngören planlarla Türkiye ve KKTC, 'barışçıl yöntemler' kullanılarak Doğu Akdeniz'de devredışı bırakılmaya çalışılmıştır...
Bu masa, bir süre sonra AB (O zaman Avrupa Topluluğu) tarafından kurulan masayla birleştirilmiş, bunun için 1990 yılında Türkiye'nin AB'ye tam üyelik için yaptığı başvurunun hemen ardından Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin (GKRY), Kıbrıs'ın tek temsilcisi olarak AB'ye tam üyelik başvurusu yapması sağlanmıştır...
Daha sonra Türkiye 'bekleme odası'na alınmış, GKRY ise, AB'ye katılımın koşulu olan 'sınır ihtilafı olan ülkeler AB'ye alınamaz' hükmüne rağmen Kıbrıs'ın tek temsilcisi olarak tam üye yapılmıştır... Böylece Kıbrıslı Rumların ve Yunanistan'ın Kıbrıs davası, AB'nin (dolayısıyla 'Batılı 'müttefiklerimizin') ortak davası haline getirilmiştir...
Sonuç olarak Kıbrıs konusunda yalnızca ikili ilişkilerde baskı uygulamakla yetinilmemiş, olay, BM, NATO ve AB platformlarına da taşınarak 'kombine bir baskı' uygulanmıştır.
***
Bunun sebebi, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu'nun, ABD'nin Afrika'dan başlayıp Afganistan'a kadar uzanan 'Büyük Ortadoğu Projesi'nin en önemli ayağı olmasıdır...
Bölgenin büyük petrol yataklarına sahip olmasının yanı sıra askeri ve siyasi açıdan taşıdığı önem, son yıllarda Doğu Akdeniz'ın altında büyük doğalgaz yataklarının keşfedilmesiyle daha da artmıştır...
ABD ve Avrupa'nın dev petrol ve doğalgaz şirketleri GKRY'nin coğrafi konumundan yararlanarak bu yönetime denizin altında ve üstündeki tüm kaynakları paylaştırma yetkisi veren bir 'Münhasır Ekonomik Bölge' ilan ettirmişler ve bu yönetimden aldıkları imtiyazlarla doğalgaz bulunan bölgeleri paylaşmaya başlamışlardır.
***
Doğu Akdeniz, içinde bulunduğumuz dönemde yaşanan ABD, AB, Rusya ve Çin gibi büyük güçlerin rekabetine sahne olan son derece önemli bir alan haline gelmiştir...
Şu anda İsrail'in de aralarında bulunduğu bu devletlerin pozisyonlarına bakıldığında bunların hemen tümünün etki alanlarını genişletmek için GKRY ve Yunanistan'la işbirliği yapma eğilim içinde oldukları görülmektedir... Bu işbirliği planları, bölgede yer alan Türkiye, Suriye ve Lübnan'ı fiilen dışlamış bulunmaktadır...
Mevcut durum Türkiye'nin hem KKTC (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) hem de Suriye (ve onun etkisine açık Lübnan) ile kuracağı ilişkilere büyük önem kazandırmıştır... Ne var ki, Suriye ile ilişkilerimizin kesik olması nedeniyle bu alanda herhangi bir manevra yapılamamaktadır.
(Devam edecek)