Korsanlar, 15. ve 16. yüzyılda yalnız Osmanlı donanmasında değil, İspanyollardan İngilizlere kadar bir çok denizci ulusun donanmalarında önemli bir rol oynamışlardır...

Bu tür olayların yaygınlığı nedeniyle ticaret gemileri yaklaşan korsan gemisinin hangi devlet hesabına çalıştığını anlamaya çalışır ve ona göre yedeklerinde bulunan bayraklardan en uygun olanını direğe çekerek kendilerini kurtarmaya uğraşırlardı...

Örneğin korsan hikayelerinin ünlü kahramanlarından biri olan Kaptan Kit, İngilizler hesabına korsanlık yapan bir denizciydi... Düşmanlarını avlamak için kimi zaman Fransız bandırasıyla gezerdi... İngilizler tarafından idam edilmesinin gerekçesi, onu gerçekten Fransız zannederek Fransız bayrağı çeken bir İngiliz gemisini 'bilerek ve isteyerek' yağmalamış olmasıydı.

***

17. yüzyılın sonlarına doğru gemi teknolojisi ve büyüklüklerinde önemli değişiklikler olunca korsanlığın parlak dönemi sona erdi...

Korsanların kullandığı kadırga, baştarde, brik gibi hafif tekneler yerlerini barça, firgata, kalyon gibi yüzün üzerinde top barındıran ve mürettebatının sayısı bine ulaşan teknelere bıraktı... Bu tekneler, savaşlarda ve korsan saldırılarında kendilerine yaklaşan hafif tekneleri top ateşi ile kolayca batırabiliyor, ayrıca ticaret gemisi olarak da kullanılabiliyordu...

Bu gelişme sonucunda yalnız korsanlar değil yeni gelişmelere ayak uyduramayan ülkeler de İngiliz, Fransız ve Hollanda donanmalarıyla rekabet edemez hale geldiler.

***

Buna rağmen Osmanlılar Doğu Akdeniz'de daha önce ellerine geçirdikleri Kıbrıs, Girit. Rodos gibi önemli adaları bir süre daha ellerinde tutabildiler...

Bunun nedeni, okyanus aşan deniz yollarının önem kazanmasına bağlı olarak 17. yüzyıldan itibaren Doğu Akdeniz'in, dünya ticaretindeki önemini kaybetmesiydi...

Batıdaki büyük güçlerin ilgisi artık açık denizlere kaymıştı.

***

Ancak Boğazlar ve Akdeniz'e egemen olmadan gelişmesinin sınırlı kalacağını gören Rusya, Büyük Petro'nun başlattığı 'sıcak denizlere açılma' politikası doğrultusunda bu denize ilgisini sürdürdü...

Ortodoks Kilisesi'nin hamiliğini üstlenen bu ülke, II. Katerina döneminde Yunan ve Balkan milliyetçiliklerini teşvik ederek İstanbul'u ve boğazları ve ele geçirme çabasına girişti... Bu girişim nedeniyle İngiltere ve Fransa ile arasındaki rekabet şiddetlendi...

Her ne kadar başlangıçta bu durum Osmanlı devletine İngiltere ve Fransa'nın baskısına karşı Rusya ile bir 'denge politikası' yürütme imkanı sağladıysa da Osmanlı denizciliğinin gerilemesini önleyemedi...

Bunun sonucunda 1827 yılında İngiliz ve Fransız gemilerinden oluşan bir filo, Yunan isyanını bastırmak üzere Navarin'de toplanan Osmanlı donanmasını bir baskınla yok etti...

1800'lü yılların ortalarına gelindiğinde Ege Denizi'ndeki adalar bir bir kaybedilmeye başlandı.

***

Buharlı gemilerin sahneye çıkması ve savaş gemilerinde gülleli toplar yerine güverteyi delip geminin içinde patlayan 'ihtiraklı' mermilerin kullanılması durumu daha da kötüleştirdi...

Girit isyanı sırasında yaşanan bir olay, Osmanlı devletinin deniz gücünün ne ölçüde tükendiğinin bir kanıtıydı...

Girit'e deniz yoluyla asker ve silah göndermek istenildi, ancak gemiler bakımsızlık ve bilgisizlikten dolayı Marmara'dan çıkamadan arızalandı ve geri dönmek zorunda kaldı... Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde emektar Hamidiye dışında iş görür gemimiz yoktu... Gerçi İngilizlerin saldırısından kaçarak Osmanlı devletine sığınan Almanlar'ın Goeben ve Breslau gemilerine sahip çıkılmıştı, ama onlar da Osmanlı üniforması giymiş Alman subayları tarafından ülkeyi savaşa sokacak bir provokasyonda kullanıldı.

***

Jeopolitikçi Ve Stratejist Dr. Nejat Tarakçı'nın, 20 Eki 2012'de Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi yayın organı TASAM'da yayınlanan 'Cumhuriyet ve Türk Denizciliği' başlıklı makalesinde Mustafa Kemal Paşa'nın Alman tarihçisi E. Jöckh'e Türk denizciliğinin çöküşü karşısındaki duygularını şöyle aktardığı belirtilir:

'Boğazları ve Çanakkale'yi tıkamakla Rusları Karadeniz'e kapatmış oldum ve eninde sonunda çökmeye mahkum ettim. Ama biz de, Kızıldeniz'in ve Hint Okyanusu'nun eteğinde olduğumuz halde, aynı nedenden ötürü çökmeye mahkumuz. Herhangi bir okyanusa açılamıyoruz. Deniz Kuvvetlerinin yardımından yoksun olan bir kara kuvveti olarak, yarımadamızı, kendi kara kuvvetlerini çekinmeden getirecek bir düşmana karşı hiç bir zaman savunamayız.'

(Devam edecek)