Bir önceki yazımızda Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan 'iki kutuplu dünya'da ABD saflarında yer alarak o zamana kadar dış politikada izlediği 'çok taraflı ilişkiler kurma' politikasını terk ettiğini belirtmiş ve yazımızı şöyle noktalamıştık:
'Bu yolun sonunda Cumhuriyetin dış politikadaki denge politikası kısa zamanda yerini tek yanlı bir ABD bağımlılığına bırakacak...
Türkiye, NATO'ya girerek silahlı kuvvetlerini bile Brüksel'de üslenmiş ABD önderliğindeki Batılı güçlerin emrine verecek...
Ve 'soğuk savaş' ortamında 'komünizm tehlikesi'ne karşı kurulan cephenin en ön saflarında savaşırken, ekonomisini adım adım 'liberalleştirerek' ekonomik bağımsızlık hedefini terk edecekti.'
***
Bu politikayı izleyenlerin mantığı şöyleydi:
'İki kutuplu dünya' bir oluştuğuna ve 'Batılılaşma' yoluna girmiş olan Türkiye 'komünist Rusya' ile birlikte olamayacağına göre...
ABD ile birlikte saf tutmaktan başka çare yoktu!
***
Bu bakış açısı dar ve kısa vadeli bir bakış açısıydı...
Bunu anlamak için İkinci Dünya Savaşı sırasında da benzer bir tablonun oluştuğunu, dünyanın savaşan iki kampa bölündüğünü, ama Türkiye'nin , zaman zaman 'kantarın topuzu' bir yana fazla eğilse de bir 'denge politikası' yürüterek savaşın dışında kalabildiğini hatırlamak yeterdi...
Ancak belirttiğimiz gibi, o dönemde Türkiye'nin 'iç cephesinde' oluşan özel sermaye, büyük toprak ağalığı ve geleceğini ABD'ye bağlamış bir takım politikacıların kurduğu ittifak, bu denge politikasını mümkün kılan 'bağımsızlıkçı' eğilimin yok edilmesi konusunda anlaşmaya varmış ve Ortadoğu'nun yeni efendisi olarak sahneye giren ABD'nin şahsında uluslararası bir destekçi bulmuşlardı.
***
Bu ittifakın karşısında yer alan 'bağımsızlıkçı' eğilimin temsilcileri ise daha 1930'lu yıllarda ulusal devrim geliştirilmediği takdirde olayların kendi aleyhlerine gelişeceğini görmüşlerdi...
O dönemde 'Kadro' dergisi etrafında oluşan bir aydınlar topluluğu, Atatürk ve İnönü'nün de desteğiyle CHP içinde bir tür 'anti-emperyalist üçüncü dünyacılık' olarak adlandırılabilecek bir oluşum başlatmıştı...
Bu 'kadro'nun önde gelen sözcülerinden Şevket Süreyya Aydemir, 20 Ocak 1929 tarihinde Ankara Türkocağı Merkez Salonunda verdiği bir konferansta şunları söylüyordu:
'İnkılabımız ne bir reform; ne de idari bir değişikliktir. O, tam, orijinal ve bize benzer bütün memleketler için misal ve örnek olacak bütün şartları haizdir. Bütün Ortadoğu, bütün Uzakdoğu, bütün istiklalci Afrika için bir misal ve önderdir. İnkilabımız bir milli kurtuluş hareketidir ki bu hareket, yalnız Türkiye şartlarının değil, aynı zamanda çağımızın en büyük çatışmasının da eseri ve bir çözüm çaresidir. Bu çatışma, sanayici ve emperyalist memleketlerle müstemleke ve yarı müstemlekeler arasındaki tezattır. Bu tezat, sahası itibarıyle bütün dünyayı içine alır. Neticeleri itibariyle de dünya tarihinde yeni bir çağın başlangıcı olacak kadar mühim ve tarihidir. Tarih, bu tezatın çözülüşünde önderlik rolünü Türkiye'ye vermiş bulunuyor. Bu bizim tarihi misyonumuzdur.'
Şevket Süreyya Aydemir, konferansın ana fikrini daha sonra 'Suyu Arayan Adam' adlı anı kitabında şöyle özetleyecekti:
'Bu konferans sonunda, geniş, planlı bir kalkınma fikrini müdafaa ediyordu. Bu fikrin temeli, bir dilencilik ekonomisine değil, bütün dünya ülkeleri ile işbirliğini gütmekle beraber milletin çalışma gücüne dayanıyordu. Ancak devletin bu tanzim ve inşa işinde rehberlik etmesi lazımdı.'
***
Türkiye'nin, emperyalist Batı dünyasının oluşturduğu 'Amerikancı cephe'ye iltihak etmesinin hemen ardından, Aydemir'in de yukarıda işaret ettiği 'emperyalist memleketlerle müstemleke ve yarı müstemlekeler arasındaki tezat', aralarında Hindistan, Yugoslavya, Mısır gibi güçlü ülkelerin de yer aldığı bir 'bağlantısız ülkeler topluluğu' ortaya çıkardı...
Ve bu topluluk, daha sonra dünya nüfusunun yüzde 55'ini kapsayan, BM üyelerinin üçte ikisini oluşturan ve 2015 yılı itibarıyla harekete 120 üye ülke ile 20 gözlemci ülkeyi kapsayan bir harekete dönüştü...
Ama ne yazık ki, bu ülkelerin liderlerine ilham veren Mustafa Kemal Atatürk'ün ülkesi Türkiye, bu hareketin dışında kaldı; daha da kötüsü, her platformda bu hareketi oluşturan ülkelere karşı ABD yanlısı bir politika izledi.
(Devam edecek)