Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminden günümüze kadar dış politikada izlenen 'denge politikalarını' irdelediğimiz yazılarımızın sonuncusunda İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan 'iki bloklu dünya'da Türkiye Cumhuriyetinin izlediği geleneksel Sovyet Rusya dostluğunun sona ermesi üzerine şunları söylemiştik:

'Dostluğun bozulmasında, bir yandan Türkiye'de özel sektörün savaştan güçlenerek çıkan ABD ile yakınlaşma isteği, öte yandan Doğu Avrupa'nın önemli bir bölümünü denetimi altına alarak bir blok oluşturan Stalin yönetiminin Türkiye'den Kafkaslar ve Boğazlar konusunda kabul edilemez taleplerde bulunması da rol oynamıştır.'

Bugün bu iki gelişmenin seyri üzerinde duracağız.

***

Önce bir noktayı belirtelim: Dış politika, bir ülkenin iç yapısını yansıtır...

Türkiye'nin Cumhuriyetin kurulma döneminde Sovyetler Birliği ile kurduğu yakın ilişkinin yıllar boyu sürdürülebilmesi, o dönemde Türkiye'de 'anti-komünizm'in ekonomik temelini oluşturacak burjuva sınıfının güçsüz olmasıyla yakından ilişkilidir...

Bilindiği gibi, Osmanlı döneminde ülkemizde sanayileşme yok denecek kadar azdı... Ticaretle uğraşan kesimler ise esas olarak Türkiye'nin ürettiği tarımsal ürün ve madenleri dışarıya pazarlayan 'komprador' olarak nitelenen aracılardan ibaretti...

Türkiye ile iş yapan büyük bankerlik ve ticaret şirketleri, acentalarını dil ve din yakınlığı nedeniyle Rum ve Ermeni azınlıktan seçiyorlardı... Osmanlı devleti bürokratik-askeri bir yapıya dayandığı için yerel pazarlarda faaliyet gösteren yerli tüccarlar, ancak bu aracıların aracısı durumundaydı.

***

Osmanlı devletinin Birinci Dünya Savaşı sonrasında yenilgiye uğraması üzerine, ülkemizdeki Rum ve Ermeni azınlıklar 'devletleşme' yönündeki faaliyetlere hız verdiler... Ağırlıklı olarak Rum ve Ermenilerden oluşan büyük tüccarlar, bu faaliyetlerde öncü bir rol oynadılar... Ancak daha sonra yenilgiye uğrayarak ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar...

Bu durum, Cumhuriyet dönemi yönetiminin, İttihat ve Terakki döneminde başlamış olan yerli ticaret burjuvazisinin desteklenmesi yönündeki çabaları hızlandırmasına neden oldu...

Ne var ki, desteklenen unsurlar biraz palazlanır palazlanmaz, Ermeni ve Rum tüccarların geride bıraktığı boşluğu doldurmaya yöneldiler... Bu arada 1929 yılında patlak veren büyük ekonomik kriz ticari ve sınai faaliyetleri sınırlayınca ülkenin kaynak ihtiyacını karşılayacağı düşünülen tarım ürünleri ve hammaddelerin fiyatları dibe vurdu...

Bu gelişmeler sonucunda yerli ticaret sınıfını kredi ve yasal kolaylıklarla destekleyerek 'milli burjuvazi'yi geliştirme yönündeki liberal politika uygulanamaz hale geldi.

***

1929-30 buhranı tüm gelişmiş kapitalist ülkeleri küçülmeye ve üretimi kısmaya yöneltirken Sovyetler Birliği'nde Lenin döneminde kurulmaya başlanan 'tekelci devlet kapitalizmi' (bu terim bizzat Lenin tarafından kullanılmıştır) hızlı bir gelişme gösteriyor, özellikle sanayi alanında ardı ardına büyük işletmeler kuruluyordu...

Bu durum, ülkemizdeki yönetimin de dikkatini çekti... O yıllarda Başbakan olan İsmet İnönü başkanlığındaki bir heyet, Atatürk'ün de desteğiyle bir ayı aşkın bir süre Rusya'da bu gelişmeleri inceledi ve Sovyet yönetimiyle işbirliğini geliştirme kararını aldı...

Bunun sonucunda, 'devletçilik' olarak nitelendirilen politika uygulanmaya başlandı.

***

Aslında bu politika Sovyetler Birliği'ndeki uygulamalardan esinlense de ortaya çıkan sistem Sovyetlerinkinden farklıydı...

'Karma ekonomi' olarak adlandırılan bu sistemde, Sovyet Rusya'dakinin aksine özel sermayedarlar korunmaya ve teşvik edilmeye devam ediliyor, onların gücünün yetmeyeceği büyük işletmeleri kurma ve geliştirme görevi ise devlete veriliyordu...

Ekonominin direksiyonu ise siyasi ve mali bürokrasinin elinde bulunuyordu.

***

Emperyalist devletlerin ülkeyi parçalama girişimlerini Sovyetler Birliği'nin yardımıyla bozguna uğratmış asker ve sivil aydınların iskeletini oluşturduğu bu bürokrasinin tepesinde Sovyetler Birliği'ne karşı özel sermayedarların duyduğu antipati yoktu; aksine 'sempati' vardı...

Ancak İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya'nın bir ara Rusya'nın batı bölgelerini işgal etmesi ve Doğu'daki Türki cumhuriyetleri ayaklanmaya kışkırtması, geçmişte İttihat ve Terakki yöneticilerini baştan çıkarmış olan 'pan-Turanizm' heveslerinin Cumhuriyetin yönetici kadroları arasında yeniden yaygınlaşmasına yol açtı....

Bazı siyasetçi ve askerler, Nazi Almanyası'nın Sovyet ordusunun esir düşmüş Türk kökenli askerlerinden oluşturdukları işbirlikçi güçleri kullanarak 'esir Türkleri kurtarma' hayallerine kapıldılar.

(Devam edecek)