Değerli dostlar;

Hukuk ve demokrasi ülkelerin gelişiminde hava ve su kadar önemlidir. Bu iki yaşam biçiminin ne kadar önemli olduğuna İsrail-İran savaşında bir kez daha tanık olduk.

2 bin 500 yıllık bir İmparatorluk bakiyesi olan İran’a, ikinci paylaşım savaşından sonra Dünya’da hakim olan “demokrasi ve hukuk devleti” anlayışı uğramadı.

Bu nedenle yeraltı ve yer üstü zenginlikleri bakımından dünyanın en büyük rezervlerine sahip olmasına rağmen bu zenginliklerden halk faydalanamadı.

Petrolün keşfedilmesi ve modern teknolojinin gelişmesiyle birlikte İran batılı emperyalistlerin tıpkı, Hindistan gibi, Türkiye gibi hedef ülkesi haline geldi.

Batılı emperyalistler, petrole dayalı sanayinin gelişmesi üzerine zengin rezervlere sahip olan İran’ı “kontrol edilmesi gereken ülke” olarak ayrı bir yerde konumlandırdı.

Gereği de yapıldı…

İngilizler başta olmak üzere ABD İran’da onlarca STK (Sivil Toplum Kuruluşu) yani tarikat kurdu…

Şah başta olmak üzere devleti yönetenler satın alındı.

Petrol şirketleri ülkeyi yönetirken halk yoksulluktan kırılıyordu. Din adamları ve devleti yöneten bir küçük azınlık zevk-ü sefa içinde yaşıyor halk kuru ekmeği bile bulamıyordu!

İsyan başladı.

Yayıldıkça Şah baskıyı artırdı…

Muhalefeti “SAVAK” aracılığı ile baskıladı veya ortadan kaldırdı. Buna rağmen 1979’a kadar Pehlevi ailesi iktidarda kaldı.

Toplumsal tepki artık kontrol edilemeyince Şah Rıza Pehlevi ülkeden kaçtı. Bir süre Türkiye’de de Sürgün olarak yaşayan imam Ruhullah Humeyni daha sonra Faransa’ya gitti.

Fransa’da, doldurduğu muhalif dini içerikli kasetleri İran’da hlka ulaştırdı. Toplumsal muhalefeti örgütledi.

Ve Şah kaçınca, Faransa’dan özel bir uçakla 1979 Tahran’a “devrim lideri” olarak döndü.. Humeyni 1 Şubat 1979’dayaptığı bir konuşmada İslam’a sadık bir İran istediğini belirti. Nisan 1979’da yapılan halk oylaması sonunda “İran İslam Cumhuriyeti” ilan edildi..

Ancak…

Dine dayalı bir yönetim anlayışının hakim olduğu ülkede devrim önce “evlatlarını yer” kuralı hayata geçirildi.

Paydaşları TUDEH ve diğer demokratik güçlerle birlikte ülkede yönetimi ele alan Humeyni ilk iş olarak sosyalist TUDEH üyeleri başta olmak üzere teokratik yapıya karşı çıkanları ya hapsetti ya da infaz…

İslam’ın Şia geleneğini benimseyen İmam Ruhullah Humeyni ve yandaşları, ülkeyi bu anlayışla yönettikleri gibi devrimi, bölgeye de ihraç politikası da izledi. Lübnan, Suriye, Irak başta olmak üzere körfez ülkelerinde etkili de oldu! Hizbullah, ülke dışındaki en önemli güç haline getirildi.

Türkiye’de de azımsanmayacak faaliyette bulundular. Domuz bağlarıyla insanları öldürdüler. Düşünsenize, HÜDAPAR diye bir parti iktidar ortağı oldu..

Ancak İran için başlıca düşman ise 1948’de kurulan Siyonizmi resmi ideoloji olarak kabul eden Yahudi İsrail’di. Bütün hedefi İsrail’i ortadan kaldırmaktı.

Heyhaattt!

Suyu bile olmayan İsrail parayla satın aldığı topraklarda susuz tarımdan, uzay teknolojisine, savaş uçaklarının yazılımından sağlığa kadar dünyanın en büyük şirketlerine sahip oldu!

Peki İran’da ne oldu?

Ülke mollaların belirlediği sözde “İslami kurallara” göre yönetildi! Kadınlar sosyal yaşamdan koparıldı, eğitim dini kurallara göre yeniden düzenlendi. Muhalefet zaten yok edildiği için aykırı ses çıkmaz oldu.

İşte 124 bin peygamberin çıktığı Ortadoğu’daki İslam ülkelerinde bir “ATATÜRK” çıkmadığı demokrasi ve insan hakları hakim olmadığı için 2 bin 500 yıl geçmişi olan 92 milyonluk İran, 1948’de kurulan 10 milyon nüfuslu İsrail’in nokta atışlarıyla komuta kademesini bir gecede kaybeden ülke haline geldi!

Ne acı!

BOP projesi doğrultusunda Suriye ortadan kaldırılınca sondan ikinci engel olan İran’a operasyon yapılıyor.

Umarım, ülkeyi yönetenler İran’dan sonraki hedefin Türkiye olduğunun farkındadır!