Cumhuriyeti anlayabilmek için önce onun hangi şartlarda kurulduğunu ve hangi aşamalardan geçtiğini bilmek gerekir...

Bu göründüğü kadar kolay bir şey değildir...

Onun içindir ki, hep birlikte cumhuriyeti kutladığımız günümüzde bile o kavrama birbirinden çok farklı anlamlar yükleyebiliyoruz.

***

Bu, geçmişte de böyle olmuş, Latince kökenli 'res publica' sözcüğünün Arapça karşılığı olan 'cumhur' (halk, millet) kavramından türetilmiş olan 'cumhuriyet' kelimesi tarih boyunca çok farklı anlamlar taşımıştır...

Cumhuriyet, ilk olarak Roma'nın kuruluş dönemindeki krallık idaresi ile Sezar'ın imparatorluk dönemi arasındaki yönetim biçimini tanımlamak için kullanılmış, daha sonra bu kavram antik Yunanca kökenli 'demos' (halk) ve 'kratos' (iktidar, güç) sözcüklerinin bileşiminden doğan 'demokrasi' ile eşleştirilerek günümüzdeki 'demokratik halk yönetimi' anlamını kazanmıştır...

Ama günümüzde de demokrasiyi halkın onayıyla uyguladığını söyleyen birbirinden farklı bir çok rejim 'cumhuriyet' adını kullanmaktadır.

***

Bu kelimenin Osmanlı lügatine girmesi, Batı'da burjuva devrimlerini en erken gerçekleştiren Hollanda ve İsviçre gibi ülkelerin rejimlerini tanımlama çabaları dolayısıyla olmuştur. Bu yönetim biçimleri önce 'cumhur' olarak tanımlanmış, daha sonra 'iyet' eki ile genelleştirilmiştir...

Daha sonra 19. yüzyılda Osmanlı devletinin Batılı devletler karşısında gerileme ve dağılma sürecine girmesi, padişahların mutlak otoritesinin sınırlanması eğilimlerini doğurmuştur...

O dönemde Batı'daki burjuva devrimlerinin fikir babaları olan Voltaire, Montesquieu, Jean Jacques Rousseau gibi fikir adamlarının eserlerini okuyan ve onlardan etkilenen Namık Kemal ve Ziya Bey gibi aydınlar, 'meşveret', 'meşrutiyet' gibi kavramları kullanmış ve mutlakiyeti eleştirmiş, ama İslamiyete dayalı 'şeriat' ve padişahın otoritesi ile bağdaşmaz olarak gördükleri 'cumhuriyet' sözcüğünden uzak durmuşlardır. Yine o dönemin aydın muhalefetinin 'İslami' kanadının sözcülerinden biri olarak kabul edilebilecek 'Sarıklı devrimci' Ali Suavi de benzer nedenlerden dolayı 'cumhuriyet' kavramını kullanmaktan kaçınmış ve bir saray darbesi gerçekleştirmeye çalışırken yaşamını yitirmiştir.

***

Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Paşa da gençliğinde Namık Kemal, Ziya Paşa, Ziya Bey (Gökalp) gibi fikir adamlarından etkilenmiş, ancak onların meşrutiyetçilik noktasına kadar getirdikleri düşünceleri cumhuriyet noktasına kadar taşımıştır...

Ali Fuat Cebesoy, 'Sınıf Arkadaşım Atatürk' adlı eserinde, Mustafa Kemal'in 1902 yılında Harp Akademisi'nin birinci sınıfındayken arkadaşlarına 'Asıl dava, yıkılmak üzere bulunan bir imparatorluktan önce bir Türk devleti çıkarmaktır' dediğini belirtir...

Daha sonra yaveri olacak Salih Bozok tarafından aktarılan benzer bir anı da şöyledir: O yıllarda Selanik'teki Olimpos Gazinosu'nda samimi arkadaşları ile birlikte oturdukları bir akşam, Mustafa Kemal, masadaki dostlarına ileride kendilerine vereceği görevleri açıklar. O masada yer alan ve ileride Atatürk'ün kurduğu cumhuriyette önemli görevler üstlenecek olan Fuat Bulca, Nuri Conker, Fethi Okyar ve Salih Bozok söylenenleri hayretle izlerken bir arkadaşı 'Peki sen ne olacaksın?' diye sorar'. Mustafa Kemal'in cevabı şöyle olur: 'Ben, size bu görevleri verecek adam olacağım.'

***

Mustafa Kemal Paşa, Erzurum Kongresi öncesinde askerlikten istifa ettiğinde katipliğini yapan arkadaşı Mazhar Müfit Kansu'ya gizli tutulması kaydıyla yazdırdığı notlarda da, Milli Kurtuluş Savaşı sonrasında hükümet biçiminin 'cumhuriyet' olacağını belirtmiştir. Ne var ki o zamanlar bu düşünce, bir çok insana gerçekleşmesi imkansız bir ütopya gibi göründüğü için sıra bu satırları yazmaya geldiğinde, Mazhar Müfit Bey, 'Darılma ama paşam, sizin hayal peşinde koşan taraflarınız var' diyerek kalemi bırakmak istemiştir...

Bu not o sıralar gizli tutulsa da, Mustafa Kemal Paşa'nın cumhuriyetçi eğilimler taşıdığı çevresindeki bir çok kişi tarafından bilinmektedir. Hatta Erzurum Kongresine katılan ve daha sonra Büyük Millet Meclisi'nde Mustafa Kemal Paşa'ya karşı kurulacak İkinci Grup içinde yer alacak olan bazı delegeler bu nedenle onun kongreye katılmasına itiraz etmişlerdir.

Bu tartışma, zafer kazanıldıktan sonra da devam etmiş ve Atatürk ile yakın arkadaşları olan Rauf Bey, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy ve Kazım Karabekir arasındaki ayrılığın temel nedenlerinden biri olmuştur.

(Devam edecek)