Yıllanmış bir dostumla sohbet ederken, söz döndü dolaştı hava durumuna geldi.
'Bende alışkanlık yaptı' diye başladı anlatmaya arkadaşım, ardından yüzünü buruşturarak devam etti:
'Meteoroloji'nin hava tahmin raporuna göz atmayı unutup yatağa girdiysem eğer bir türlü uyku tutmuyor.'
Söylediğine göre alışkanlık öyle bir noktaya gelmiş ki, merakını gidermek için gecenin ilerleyen saatinde, sıcak yatağından kalkıp pencereden gökyüzüne bakarak, sabah uyandığında kar sürpriziyle karşılaşıp karşılaşmayacağını tahmin etmeye çalışıyormuş.
Bununla da yetinmiyor, üşenmeden bilgisayarın başına geçip hava tahmin raporlarını inceliyormuş.
Bizimkinin derdi kara olan özleminden değil, yağışın ardından gelecek şubat ayı soğuğunu her Ankaralı gibi çok iyi bilmesinden kaynaklanıyor.
Malum, boyu kısadır şubatın ama, ayazı fenadır.
Hele akşam ayazı… Soğuk hava deposuna kapatılmaktan farksızdır.
Öyle titretir,
Öyle Morartır insanı…
Mor renk sanki bu yılın modası gibi…
Herkes mosmor.
Böyle bir düşünceye varmak için, zamlı doğal gaz faturalarını alanların yüzüne bakmanız yeterli…
Bir de şubat soğuğu bastırırsa seyreyleyin morun karaya çalan tonlarını…
Yumruk yemiş boksör gibi…
Durum böyle olunca 'kazma-kürek yaktırır' denilen mart ayının rengini düşünmek bile istemiyor insan.
Hava durumunu yakından izleyen bir başka grup da çocuklar ve gençler.
Onların merakı 'Acaba şöyle adam akıllı bir kar ne zaman yağacak' sorusundan kaynaklanıyor.
Akşam yatarken umutla daldıkları uykudan, sabah kalkıp da gördükleri dışarının manzarasından sonra yüzleri somurtan bir hal almışsa belli ki kar yok.
Öyle ya!
Kar demek, tatil demek…
Kentin üzerini kaplayan beyaz örtü üzerinde kaymak, kartopu oynayıp soğuğa boş vermek demek.
Ankara'nın kışı yamandır.
Şubat titretir, mart dondurur…
Bir yanda, kara hasret tarlalar, barajlar…
Ve gözlerini açar açmaz pencereye koşan mahmur bakışlı çocuklar…
Öte yanda, el yakan faturalar….
''Ne yaman çelişki'' dedikleri bu olsa gerek…