Kimileri milyonları götürüyor, lüks villalarda pahalı koltuklara yayılıp keyif çatıyor, kimileri hayat pahalılığı karşısında ayakta duracak gücü kalmadığından poposunu yerleştireceği tabureye fit oluyor.

Ankara’nın Çankaya İlçesinde bir veteriner kliniğinin önündeki taburenin çalındığına ilişkin haberi okurken, hırsızlıkta bile garibanın payına bir popoluk yer düşüyor diye düşündüm.

Olay bana, 10 Ağustos 1997’de bir pastaneden baklava ve fıstık çaldıkları gerekçesiyle yargılanan ve 9’ar yıl hapis cezasına çarptırılan çocuk yaştaki dört arkadaşın dramını anımsattı.

Dört arkadaş, 19 ay hapis yattıktan sonra Şartla Salıverme Yasası’ndan yararlanarak serbest kalmıştı.

 Ali Avcı, Metin Subaşı, Ali Keklik, Levent Hamurcu adlı çocuklara verilen ceza uzun süre kamuoyunun gündeminde kalmıştı.

Geniş bir kitle, olayı, ‘’çocuk aklıyla yapılmış masumane bir eylem’’ olarak değerlendirmiş, verilen cezayı fazla bulmuştu.

Kimi çevrelerce milyarlarca liralık yolsuzluk yapanlar karşısında adaletin sağır ve dilsiz kaldığı, küçük yaştaki çocuklar söz konusu olunca aslan kesildiği öne sürülmüştü.

Tabureye muhtaç hale geldiyse insanlar, durumu bir kere daha düşünmek gerekir.

Bu olay yıllar öncesine dair bir olayı anımsattı.

Demirli Bahçe semtinde kerpiçten yapılmış tek göz bir viranede yaşamını sürdürmeye çalışan yaşlıca bir kimsesizin evine hırsız girmişti.

Evde çalacak bir şey bulamayan hırsız, gördüğü sefalet tablosu karşısında duygulanmış, yer yatağının bir köşesine 50 lira ve bir de şu notu bırakmıştı:

‘’Senin durumun benimkinden de kötüymüş. Bununla birkaç gün daha idare et.’’

Neler oluyor?

Neler olacak hayatta?