Önceki yazımızda her tür organize faaliyet ve düşünce sürecinin algoritmalardan yararlanarak oluşturdukları yapılar içinde çalıştığını, bu nedenle kendi özgür irademizle verdiğimizi düşündüğümüz bir çok kararın aslında toplumun gelenek görenekleri ya da toplumsal kurumların kalıplaşmış ideolojileri tarafından belirlendiğini söylemiş...
Daha sonra, 'Karşımıza çıkan yeni bir soruna alışılmış kural ve davranışların oluşturduğu algoritmaların dışında bir çözüm aradığımızda yalnızca 'dışsal' etkenlerle mi uğraşmak zorunda kalıyoruz?' sorusunu sormuştuk...
Bu tür sorular, yüzyıllardır bilim insanlarının, felsefecilerin, psikiyatristlerin kafalarını kurcalasa da cevaplar henüz tam anlamıyla bulunabilmiş değildir.
***
Ne demek istediğimizi, Galile'nin yaşamının en ilginç bölümünü oluşturan yargılanma sürecini hatırlatarak anlatmaya çalışalım...
Bilindiği gibi Galile, yaptığı gözlemler sonucu 'özgür düşünce gücünü kullanarak' dünyanın güneşin etrafında dönen bir gezegen olduğu sonucuna varmış...
Bunun sonucunda dünyanın evrenin merkezinde yer aldığı düşüncesini ideolojisinin (algoritmik sisteminin) temeline oturtmuş olan kilisenin baskısıyla karşılaşmış...
İş o kadarla kalmamış, başta çok sevdiği kızı olmak üzere yakın çevresinin itirazları da işin içine karışmış...
Bu da yetmemiş, Galile kendi beyninin içinde de bir tartışma yaşamıştı...
Sonunda enkizisyonun önünde' dünyanın aslında dönmediğini', yanılanan kilise değil kendisi' olduğunu 'itiraf' etmiş, başka bir deyişle beynindeki 'şeytanın' sesini dinlemeyi yeğlemişti...
***
Şimdi şu soruyu soralım:
Bu kararın alınmasında 'dışsal' etkiler, yani enkizisyonun baskısıyla birleşen Papa'nın ve bir rahibe olan kızının ikna çabaları mı, yoksa 'beynindeki şeytanın' uyguladığı 'içsel' baskı mı belirleyici olmuştu?
Sanırız, Galile bile bu soruya kesin bir cevap veremezdi. Ama biz, yaşamımızı düzenleyen 'içsel' ve 'dışsal' algoritmalara meydan okumanın hiç de göründüğü kadar kolay bir iş olmadığını söyleyebiliriz.
***
Son yıllarda ardı ardına yayınladığı, 'Homo Sapiens', 'Homo Deus' gibi popüler bilim kitaplarıyla ün yapan ve son bilimsel buluşların insanlığın geleceğini nasıl şekillendireceğini araştıran Yuval Noah Harari'ye bakılırsa burada belirleyici olan beynimizdeki nöral aktivitelerdir...
Harari, bu konuda şunları söylüyor: 'Sağ ya da sol butona basmak şüphesiz bir tercihtir. Ancak bu özgür bir tercih değildir. Buradan yola çıkarak özgür iradeye duyduğumuz inancın hatalı bir mantığa dayandığını söyleyebiliriz. Zincirleme bir biyokimyasal tepkime sağ butona basmak istememe neden olur, içtenlikle sağdaki butona basmak istediğimi hissederim. Buraya kadar doğru. Gerçekten de basmak isterim, ancak insanlar bir yanılgıya kapılarak basmak isteyişimi 'istemeyi tercih ettim' olarak yorumlarlar. Bu tamamen yanlıştır. İsteklerimi 'tercih etmem', onları sadece hisseder ve bu hislere göre davranırım.'
Harari burada 'beynimdeki şeytanın sözünü dinlerim' de diyebilirdi.
***
Bu noktada, şu 'beyindeki şeytan'ın nerede ikamet ettiğine de bir göz atalım...
Beynimizin en eski ve 'ilkel' kısmı 'beyin sapı'dır. Bu organ sürüngenler gibi 'ilkel' hayvanlarda bile bulunduğu için 'sürüngen beyin' olarak adlandırılmaktadır. Beyinin daha sonra evrim sürecinde şekillenen bölümüne 'ara beyin' adı verilir... 'Limbik sistem' olarak adlandırılan beyinin bu bölümü, hipotalamus, amigdala, talamus ve hipokampüsten oluşan bir yapıdır; 'limbik sistem', dışarıdan gelen sinyallere basit tepkiler vermek yerine onları belirli bir ortam içinde değerlendirir ve bunlar arasından belirli uyarımları seçerek onları 'algoritmik programlar' uyarınca harekete geçirir. Algoritmik programlar, 'doğruluk'tan çok 'işe yararlık' temelinde oluştukları için bu uyarılar gerçek ya da sanal olabilir...
Bu bölge, Freud ve Jung tarafından 'bilinçaltı' olarak adlandırılan ve 'sürüngen beynimiz'le birlikte içgüdülerimizi yönlendiren bölgedir. Başka bir deyişle 'beynimizdeki şeytan'ın oturduğu yerdir!
(Devam edecek)