Son yazımızda “Borç alıp verme söz konusu olduğunda ürettiğinden ya da kazandığından fazlasını harcayan ister bir devlet ister bir kişi olsun sonuç değişmez. Borç yiyen kesesinden yer” demiş...

Ve “bu gerçek, alacaklı kapıyı çaldığı zaman anlaşılır” diye devam etmiştik...

2008 yılında yaşanan küresel ekonomik krizi tahmin eden ve ismi “kriz kahini” olarak tarihe geçen Amerikalı ekonomist Prof. Dr. Nouriel Roubini de bu konuyla ilgili bir twitter mesajında “Merkez Bankasının net rezervleri halihazırda 60 milyar dolar ekside, cari açık artıyor, enflasyon da kontrolden çıkmış durumda. Sermaye kontrolü bu tren kazasını ancak geciktirebilir." ifadesini kullanmıştı.

***

İçinde bulunduğumuz konjonktürde sermaye kontrolünün en etkin aracı Kur Korumalı Mevduattır (KKM)...

Bu araç yoluyla dövize olan talep dövize endeksli faiz yoluyla geçici olarak TL’ye yönlendirilmekte...

Böylece döviz fiyatlarının aşırı yükselmesi ve TL’nin aşırı değer kaybı engellenmektedir.

***

Ama nereye kadar?..

Ekonomist Çetin Ünsalan Cumhuriyet TV’ye yaptığı bir açıklamada dolar fiyatının bu yolla geçici olarak bastırılmasının uzun süre mümkün olamayacağını belirterek şunları söylüyor:

“Bugün kur korumalı mevduatı kaldırdığınız anda paranın nereye gideceği belli değil ama nereye gitmeyeceği belli. Altına gider, borsaya dövize gider, dolara ya da avroya girer onu bilmiyoruz. Ama Türk Lirasında kalmayacağı çok açık"...

Ünsalan, bu yapay baskılama aracı olmasa doların TL karşılığının çok kısa zamanda 35 TL’ye kadar çıkacağını sözlerine ekliyor.

***

KKM aracılığıyla döviz üzerinde uygulanan baskının seçim öncesi dönemde doların yükseliş trendini bir süre engellediği açık bir gerçek...

Ancak doların son günlerdeki yükselişi bu dönemin sonlarına gelindiğine işaret ediyor...

Nitekim, seçim öncesinde döviz kurlarında ani bir yükseliş tehdidi ortaya çıkınca TCMB bankaların KKM’deki mevduata verdikleri faizdeki üst sınırı kaldırmak zorunda kaldı. Oysa Ekonomi bakanı Nurettin Nebati seçim öncesinde verdiği bir demeçte 'düşük kur yüksek faiz' politikasının ithalatı desteklediğini, dolayısıyla ekonomiye zarar verdiğini açıklamıştı.

***

Bir türlü dizginlenemeyen enflasyon da bu politikanın uzun veya orta vadede sürdürülebilir olmadığını gösteriyor...

AKP’nin seçim öncesindeki en önemli vaatlerinden biri enflasyonun indirilmesiydi...

Seçimlerden kısa bir süre önce Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, "Enflasyon ve hayat pahalılığına karşı aldığımız tedbirlerle ve küresel normalleşmenin de katkısıyla enflasyonu öngördüğümüz şekilde düşürmeye başladık; tedrici olarak tek haneli seviyelere kalıcı bir şekilde inmesini sağlayacağız." ifadesini kullanmıştı.

***

Ünsalan ise “Eğer biz enflasyonu da faizi indirdiğimiz gibi indireceksek vay halimize” diyor ve şöyle devam ediyor:

“Çünkü gerçek olmayan bir faizle piyasada 4-5 katı faiz uygulamalarına şahit oluyoruz. Şu anda bile yüzde 43 enflasyonla en az bunun üç katı bir enflasyonu hayatımızda bulurken ısrarla düşürülen bir enflasyon karşısında bu artacak enflasyon gerçeğini nereye oturtacağız? Bence o yüzden şu anda en önemli sınav ekonomide verilecek.”...

Peki, ekonomideki bu gelişmeler AKP’ye “Sen bozdun, sen düzeltebilirsin” mantığıyla oy veren “dar gelirli” kesim üzerinde nasıl bir etki yapacak? Seçim öncesinde asgari ücrete yapılan zam ve benzeri uygulamalar bu kesimin yaşam koşullarında bir düzelme sağlayabilecek mi?

***

Şu günlerde yoksulluk sınırı 35 bin liraya yaklaşmış durumda. Asgari ücret ise 8.500 TL. Normal bir ülkede asgari ücret en azından yoksulluk sınırına denk gelir; ortalama ücret ise bu taban üzerinde kademeli olarak yükselir. Bizde ise asgari ücret neredeyse  ortalama ücret haline gelmiş durumda...

Sonuç olarak, ekonomi AKP merkezli ittifakın en zayıf noktası olmaya devam ediyor. Mevcut ekonomi programıyla bu zayıf noktanın güçlendirilmesi mümkün değildir...

Siyaset alanındaki tüm kazançlarına karşın ekonomi Cumhur İttifakının zayıf noktasıdır ve öyle olmaya devam edecektir.