Önceki yazılarımızda II. Dünya Savaşı'nın ardından bir 'balayı' havası içinde başlayan Türk-Amerikan ilişkilerinin Küba füze krizi ve Kıbrıs müdahalesi nedeniyle ilk sarsıntıları geçirdiğini...

Sovyetler Birliği'nin tasfiye edilmesi ve Doğu Blokunun dağılmasından sonra sonra hazırlanan 'Büyük Ortadoğu Projesi' ve 'Arap Baharı' adı verilen girişimlerin beklentilerin aksine ilişkileri tamir etmek yerine daha da kötüleştirdiğini söylemiştik...

İlişkilerdeki bozulma süreci S-400'lerin satın alınması olayının kesinleşmesinden sonra hızlanarak devam ediyor... Öyle ki son kriz sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD'li yöneticilere hitaben şunları söylemek zorunda kaldı:

'Size '(S-400'leri) aldık ama siz yine de verecekseniz, sizden de Patriot alırız' dedik ama yine vermediniz. Hala vermiyor, farklı farklı öneriler getiriyorsunuz ve 'Kongre müsaade etmiyor' diyorsunuz. Biz şu anda bütün tedbirlerimizi en ideal şekilde almak durumundayız ve alacağız. F-35 vermiyor musunuz? Peki, kusura bakmayın, biz o konuda da yine tedbirlerimizi alırız, başka yerlere döneriz. Bu konuda çalışmalarımızı yaptık, yapıyoruz'.

***

Burada yazımızın başlığını oluşturan soruya geliyoruz...

ABD ile ilişkiler Türk hükümetlerinin iyi niyetli yaklaşımları ve uyum sağlama çabalarına karşın neden bir türlü iyileşmiyor?..

Bu sorunun cevabını, Büyük Ortadoğu Projesi'nin en önemli operasyonu olan Irak'a yapılan müdahale sırasında genelkurmay başkanlığı görevinde bulunan ve 1 Mart tezkeresinin TBMM'de reddedilmesinin ardından tezkerenin geçmesi için gerekli baskıyı yapmadığı suçlamasıyla ABD'nin hedefi haline gelen Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun geçtiğimiz günlerde (Türkiye Emekli Subaylar Derneği'nin (TESUD) yayın organı Birlik Dergisi'ne verdiği röportajda bulabiliriz...

Görevden ayrıldıktan sonra uzun süre sessizliğini koruyan Kıvrıkoğlu, bu röportajda ABD'nin Türkiye'ye bakışı ve Irak'a müdahalesi konusunda şunları söylüyor:

'O sırada Çin, petrol ihtiyacının büyük bir kısmını Irak'tan sağlıyordu. Çin ekonomisi ABD ekonomisini tehdit etmeye başlamıştı. Bu harekat zamanlama olarak biraz da bu konuyla alakalıydı bence. ABD'nin oradaki ikinci önemli hedefi de Kürt devleti kurmaktı. ABD'nin bu bölgede bir Kürt devleti kurma arzusu Sevr Antlaşmasında var olan bir plandır. Irak'a müdahaleden sonra ilan edilen '36. Paralel' de tamamen bu konuyla alakalıdır. Şimdi aynı şeyler Suriye'de olmaktadır'.

Yani anlaşmazlık konuları hiç de sanıldığı gibi S-400 ya da 'güvenli bölge' gibi konularla sınırlı değil, ABD'nin Ortadoğu'dan da öte 'dünya stratejisi' ve Türkiye'ye bu stratejide biçtiği rolle ilgili.

***

Bu stratejiyi anlayabilmek için Lozan günlerine kadar gitmek gerekiyor...

Bilindiği gibi gözlemci sıfatıyla ABD'yi temsilen Lozan'da bulunan bir heyet, Türk heyetiyle bir 'Dostluk ve Ticaret Anlaşması' imzalanması konusunda anlaşmaya varmış, ancak bu anlaşma ABD Senatosunda onaylanmamıştı... Dahası, ABD, Türkiye'ye büyükelçi göndermek için 1927 yılına kadar beklemeyi tercih etmişti...

Daha açık söylersek, ABD, daha kuruluş aşamasında Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığını kabul etmek istememiş, 1925 yılında başlayan Şeyh Sait ayaklanmasının sonuçlarını görmeden Türkiye'yi tanıma anlamına gelecek bir adım atmaktan kaçınmıştı.

***

İşte eski Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu'nun, 'ABD'nin bu bölgede bir Kürt devleti kurma arzusu Sevr Antlaşmasında var olan bir plandır' derken anlatmak istediği budur...

ABD, daha Birinci Dünya Savaşı sonrasında 'dünya gücü' olma yoluna girdiğinde Ortadoğu ile ilgili planlarını önce Doğu Anadolu bölgesinde kurulacak bir 'Ermenistan', daha sonra Güneydoğu'da kurulacak bir 'Kürdistan' üzerine kurmuş...

O 'stratejik planı' II. Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği'ni çevreleyen Demir Perde'nin tamamlanması hatırına bir süre rafa kaldırsa da, Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku'nun dağılmasından sonra tekrar hayata geçirmeye koyulmuştur.

***

'ABD, Ortadoğu ve Suriye'de neden 'stratejik müttefiki olan Türkiye' ile birlikte hareket etmiyor da orada Kürt devletleri oluşturma macerası peşinde koşuyor' sorusunun cevabı bu gelişmeler dikkate alınmadan verilemez...

Türkiye, aslında ABD için hiçbir zaman 'stratejik bir müttefik' olmamıştır...

Onun stratejik planları başkadır ve ne zaman Türkiye kendi çıkarları doğrultusunda bir karar alsa ABD ile ilişkilerimizin bozulmasının sırrı burada yatmaktadır.

(Devam edecek)