Gerçek şu ki; Türkiye’de her gün ortalama beş kadın erkekler tarafından öldürülüyor. Ne var ki, mahkemelerin verdiği önleyici ve koruyucu tedbir kararlarının sayıları her geçen gün artsa da, bu kararların uygulanması ve şiddet faillerinin kovuşturulması konusunda çok büyük bir sorun var. Çorum’da eski eşi tarafından sokak ortasında 16 yerinden bıçaklanıp katledilen Zehra Gümüş’ün avukatlarından Avukat Nehir Bahar, “6284 sayılı kanunun etkin uygulanmaması toplumdaki cezasızlık algısını oldukça güçlendiriyor, bu cezasızlık algısı ve etkili önleme mekanizmalarının eksikliği kadın cinayetlerinin artmasını körüklüyor. Karakola gidip şiddet mağduru olduğunu söyleyen kadınların ciddiye dahi alınmadığını çokça görüyoruz, kadınlar şiddete maruz kaldıkları zaman kime sığınacaklarını bilemiyorlar, işte bahsettiğim bu güven ortamının olmayışı muhtemel şiddet faillerine cesaret veriyor” dedi.
• Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadele için ne yapılmalı ve en büyük eksik nedir?
Kadınların maruz kaldığı her türlü şiddet sonrasında, kendilerini tam olarak güvende hissederek aktarabilecekleri ortamların, devlet mekanizmalarının yetersizliği ve bu mekanizmalardaki güven eksikliğinin kadına yönelik şiddetle mücadelede en önemli sorunlardan biri olduğunu söyleyebiliriz. Bu anlamda kadına yönelik şiddetin toplumsal bir sorun olarak ele alınması gerekmekte olup; devletin tüm organlarının ve mekanizmalarının, kadının insan hakları alanında çalışan ve kadına yönelik şiddetle mücadele eden dernek ve sivil toplum kuruluşları gibi toplumdaki tüm aktörlerin sesini duyurabildiği bir işbirliği ortamında bu sorunların çözülmesi hedeflenmelidir.
Bunun için yasal düzenlemelerin güçlendirilmesi, 6284 sayılı kanunun etkin ve eksiksiz uygulanması, okullarda toplumsal cinsiyet eşitsizliğine yönelik eğitim politikalarının oluşturulması, medyadaki şiddeti körükleyen ve kadını cinsel obje olarak gösteren içeriklerin sık sık denetlenmesi gerekir. Hâlihazırda sahip olduğumuz yasal düzenlemelerin etkin yürütülmesi için mücadele ederken, Türkiye 2021 yılında İstanbul Sözleşmesi’nden tek taraflı olarak çekildi. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle mücadeleyi merkeze alan, devletin bu anlamdaki yükümlülüklerini hatırlatan, kadınların toplumsal alanda eşit ve özgür olabilme mücadelesinde atılması gereken adımları içeren bu sözleşmeye geri dönülmeli ve etkili olarak uygulanmalı.
“6284 ETKİN UYGULANMIYOR”
• Kimi zaman mahkemelerden çıkan kararlar da en az o gerekçeler kadar yüz kızartıcı olabiliyor. 16 bıçak darbesiyle öldürülen bir kadının katili için “Cinayeti aşırı sevgiden kaynaklı duygusallığın etkisi ile işledi” denilebiliyor. Gerçek şu ki; Türkiye’de her gün ortalama beş kadın erkekler tarafından öldürülüyor. Rakamlar ürkütücü. Kadın cinayetleri giderek neden artıyor?
Kadınların Türkiye’de maruz kaldığı erkek şiddetine gerekçe olarak zaman zaman ekonomik yetersizliklerin, psikolojik problemlerin veya eğitimsizliğin ileri sürüldüğünü görüyoruz. Bütün bu sebeplerin genel olarak şiddeti etkileyebileceği söylenebilirse de, Türkiye’de kadına yönelik erkek şiddetinin temeli toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kadınlara yüklediği roller, bilhassa şiddet uygulayan erkeğin söz konusu eşitsizliği ve kadın üzerindeki mevcut iktidarını devam ettirme isteğidir.
6284 sayılı kanunun etkin uygulanmaması toplumdaki cezasızlık algısını oldukça güçlendiriyor. Bu cezasızlık algısı ve etkili önleme mekanizmalarının eksikliği kadın cinayetlerinin artmasını körüklüyor. Karakola gidip şiddet mağduru olduğunu söyleyen kadınların ciddiye dahi alınmadığını çokça görüyoruz, kadınlar şiddete maruz kaldıkları zaman kime sığınacaklarını bilemiyorlar, işte bahsettiğim bu güven ortamının olmayışı muhtemel şiddet faillerine cesaret veriyor. Yine üst düzey devlet yetkililerinin de kadını objeleştiren, kadını sadece doğurgan bir varlık olarak tanımlamaktan öteye geçmeyen ve kadınların asla erkeklerle eşit olamayacağına ilişkin açıklamaları şiddet faillerine oldukça güç veriyor.
• Türkiye'de erkek şiddetinin hukuken önüne geçmek neden mümkün olamıyor?
Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayeti dosyalarında hem soruşturma hem kovuşturma aşamasında sık sık rastladığımız bir durum. Kadınlar çeşitli şekillerde şiddete uğruyor, yaşadıkları şiddeti yargı makamlarına taşıyorlar ve bu kez de yargılama sürecinde özel hayatları incelenmeye başlanıyor. Örneğin maruz bırakıldıkları cinsel şiddet sebebiyle mahkemeye başvuran kadınlar bu kez yargı önünde tüm özel hayatını anlatmakla kalmayıp bir de psikolojik olarak sağlıklı olduğunu ispat etmeye çalışmak durumunda kalıyor. Yargılama sürecindeki bu tutumlar da, gördüğümüz üzere şiddet faillerinin yahut kadın cinayeti faillerinin savunmalarını oluşturuyor. Çoğu zaman savunmalar, kadının sadakat yükümlülüğünü ihlal etmesi, psikolojik sıkıntılarının olması, intihara meyilli olması, faile tuzak kurmak istemesi gibi başlıklarla şekillendiriliyor. Bu da cezasızlık algısını körüklüyor, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yargılama sürecinde de sürdürüldüğünü gösteriyor. Bu da kadınların hak aramalarını oldukça zorlaştırıyor.
“CEZASIZLIK ŞİDDETTİN ARTMASINA NEDEN OLUYOR”
• Hukuki anlamda uygulamada neden güçlükler yaşanıyor?
Bütüncül olarak kadına yönelik şiddet ile mücadele edilmesi gerekmektedir. Bu yalnızca cezalandırma aşamasında gözetilmekten çok şiddete maruz kalan kadınlar polise başvurduğu andan itibaren gerek polis ile görüşmesinde gerekse ilerleyen süreçte savcılık ve mahkeme aşamalarında sürece dahil olan tüm aktörler tarafından gözetilmelidir. Kadınların çoğu şu anda mevcut ceza sistemine güvenmiyorlar, yargılama sürecinin uzadıkça uzaması, cezasızlık endişesi, şiddet failinin kendilerine bu süreçlerde daha çok zarar vermesinden korkmaları gibi sebeplerle şikâyetçi olmaktan çekiniyorlar. Şikâyetçi olabilenler ise çok sayıda koruma kararı almasına rağmen tekrar tekrar aynı şiddete maruz kalabiliyor, öldürülebiliyorlar. Çünkü bu süreçteki denetim mekanizmaları, yakalama mekanizmaları etkin bir şekilde uygulanmıyor, yetersiz kalıyor. Adalete erişimin önündeki tüm bu engeller, cezasızlık politikaları, 6284’ün etkin uygulanmıyor olması ve hatta çoğu zaman uygulayıcılar tarafından bile yeterince bilinmiyor ve başvurucu kadınlara doğru bir şekilde aktarılmıyor olması gibi sebepler, şiddetin artmasına ve çok hızlı bir şekilde örgütlenmesine neden oluyor.
• Türkiye'de kadınlara yönelik erkek şiddetinin önlenmesi için yasal düzenlemelerin varlığı ile amaca uygun uygulanması farklılık gösteriyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Yasal düzenlemelerin varlığı herhangi bir suçun gerçekleşmesini önlemek için tek başına yeterli değildir. Devletin organları suç oluştuğunda faili cezalandırmakla yükümlü olmakla birlikte suçun işlenmesini önlemek adına etkili uygulamalar yapması gerekir. Kadına yönelik şiddet kapsamında çoğu zaman psikolojik, cinsel, duygusal, fiziksel şiddetle başlayan eylemlerin kadın cinayeti ile sonuçlanması neredeyse göz göre göre oluyor. Örneğin 6284 sayılı kanunda şiddete uğrayan veya uğrama tehlikesi bulunan kadınların koruma kararı alabileceği öngörülse de, uzaklaştırma süresinde öldürülen veya şiddete uğrayan, takip edilen kadınlar var. Evet uzaklaştırma kararı veriliyor fakat bu kişi bu sürede elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor. Etkili bir takip sistemi şart. Hala erkek şiddeti toplumsal bir sorun olarak görülmüyor. Yazılı olarak öngörülen önlem uygulamada şiddet tehlikesini ortadan kaldırmıyor.
“ZEHRA GÜMÜŞ, GÖZ GÖRE GÖRE ÖLDÜRÜLDÜ”
• Bize kadın cinayetlerinde takip ettiğiniz bir dosyayı anlatır mısınız?
Çorum’da boşandığı eşi tarafından, Çorum’un en işlek caddesinde 16 bıçak darbesiyle öldürülen Zehra Gümüş’ün dava sürecini takip etmiştik. Aslında bu dosya etkin uygulamaların olmayışının bir kadının ölümüne nasıl yol açtığının en açık örneklerinden biriydi. Zehra Gümüş boşanmadan kısa bir süre öncesinde eşi tarafından darp edilmiş, bunun üzerine uzaklaştırma kararı almış, emniyete verdiği ifadesinde eski eşinin kendisine ‘bunları senin yanına koymayacağım, istersem seni bir saat içinde bulup öldürürdüm’ dediğini belirtmiştir. Ve darp dosyasında kendisine adli para cezası verilmiştir. İşte şiddet faili erkeklerdeki bu cesaret tam olarak yasadaki ve uygulamadaki bu eksikliklerin ve mahkemeler dahil toplumda kadınların ciddiye alınmamasının sonucudur. Ki fail bu lafı ettikten yaklaşık 3 ay sonra dediğini yapmıştır göz göre göre Zehra Gümüş’ü sokak ortasında öldürmüştür. Yargılama sürecinin uzunluğundan bahsetmiştim. Zehra Gümüş’ün fiziksel şiddet/ darp dosyasındaki adli para cezası kararı kendisi öldürüldükten sonra eski eşinin yargılandığı kasten öldürme dosyası devam ederken verilmiştir. Kasten öldürme suçu dosyasında fail hakkında herhangi bir indirim uygulanmaksızın mahkeme tarafından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmedildi. Mahkemede sanık duruşmalarda ‘eşimi beni aldattığı için öldürdüm’ ‘psikolojik sorunları vardı’ şeklinde alışılmış neredeyse kadın cinayeti dosyalarında kılavuz haline gelmiş savunmalara yönelik beyanlarda bulunmuştur. Duruşmalarda her ne kadar sanık tarafı Zehra Gümüş hakkında, haksız tahrik indirimi almak umuduyla kendisinin özel hayatına varacak kadar çirkin ve asılsız iddialara sığınmaya çalışsa da mahkeme buna itibar etmemiş ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmetmiştir, İstinaf mahkemesi de ilk derece mahkemesinin bu kararını onamıştır. Dosya halen Yargıtay’da, hüküm henüz kesinleşmedi.
• Türkiye'de Kadın Bakanlığı'nın kurulması kadınlara yönelik şiddeti azaltır mı? Kurumsal yapıların aldığı kararların hayata uygulanabilirliği açısından tek başına bir bakanlığın kadın ve toplumsal cinsiyet eşitliği açısından etkili olabileceği düşünülebilir mi?
Kadına yönelik şiddetle mücadele anlamında buna yönelik, sadece bu alanda çalışacak, bütçesini bu alana tahsis edecek devlet kurumlarının bulunmasının mücadelede faydası olacaktır. Ancak sadece yasanın öngördüğü cezanın veya şiddet failini şikâyet edebileceğimiz savcılığın, kolluğun bulunmasının tek başına yetmiyor oluşu gibi bu da tek başına yeterli olmayacaktır. Kadına şiddet sorununun ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin toplumsal mesele olarak, devletin tüm adli ve idari personelleri nezdinde ciddiye alınması, gözardı edilmemesi ve etkin kolluk uygulamalarının ve düzenlemelerin bulunması şarttır.
“NAFAKANIN SINIRLANDIRILMASI KADINLARIN BOŞANMASINI DAHA ÇOK ZORLAŞTIRACAK”
• Yargı paketi ile yoksulluk nafakasına kısıtlama getirilmek isteniyor. Nafaka neden bir hak? Erkekler bir gün evli kalıp, bir ömür boyu ipotek altında mı kalıyor? Nafaka sınırlandırılırsa ne olur?
Nafaka Türk Medeni Kanunu’nun 175. ve 176. maddelerinde belirtildiği üzere boşanma dolayısıyla yoksulluğa düşecek olan tarafa tanınmış bir haktır. Dolayısıyla nafaka yükümlüsü olmanın cinsiyetle ilgisi yoktur ve kanunda bu anlamda, çeşitli siyasi ve toplumsal sebeplerle topluma yansıtılan algının aksine eşitlikçi bir tutum söz konusudur. Yine 176. maddede nafakaya yönelik, nafaka alacaklısının evlenmesi, yoksulluk durumunun ortadan kalkması, mali durumunun değişmesi gibi hallerde nafakanın kaldırılacağı veya azaltılacağı şeklinde kısıtlamalar öngörülmüştür. Mevcut durumda nafaka hükmedildiğinde dahi nafakasını alamayan çok fazla kadın var, nafaka borcunu ödemeyip tazyik hapsi ile cezalandırılan ve halen nafaka borcunu ödemeyen çok fazla erkek görüyoruz. Nafakanın sınırlandırılması zaten ekonomik ve psikolojik olarak yıpranan, belki şiddet mağduru olan ve çeşitli zorluklarla boşanan kadınların boşanmasını daha çok zorlaştıracaktır. Bütün bu problemler çözülmeden nafaka süresinin insanların kafasında yanlış algılar oluşturularak sınırlandırılmaya çalışılması adil değildir.
Türkiye’de kadınlara nafaka verilmesinin daha çok görülmesinin sebepleri vardır ve buraya odaklanılmalıdır. Evliyken işi olmayan kadınlar maddi olarak kocalarına bağımlı hale geliyorlar çalışan kadınlar ise gerek çocuklarına bakmaktan gerekse evin işleriyle uğraşmaktan veya eşlerinin baskısından çalışmayı bırakmak durumunda kalıyorlar aynı problemi yaşıyorlar. Boşandıkları zaman ise iş tecrübesi olmadan hayata tutunmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla yoksulluğa düşen tarafın çoğunlukla kadın olması da yine bir toplumsal cinsiyet eşitsizliği sorunudur. Nafaka sınırlandırılmadan önce kadınlara eşit şekilde ücret alabilecekleri, kadın olmalarından dolayı iş hayatında ikincil pozisyona düşmeyecekleri uygun çalışma ortamlarının yaratılması gerekir. Kadınlar ekonomik bağımsızlıklarını elde etsin, erkeğe bağımlı olmadan kendi başlarına, boşandıktan sonra yaşayabilsinler, aldıkları nafakaya ihtiyaçları olmasın.