II. Abdülhamid'in 31 Mart ayaklanması sırasındaki tutumu çok tartışılmıştır...

Kendisi tahttan indirildiği halde yargılanmadığı için bir çok gerçek açığa çıkmamıştır...

Ancak bu olayda bazı tartışılmayacak gerçekler de vardır.

***

Abdülhamid, kışkırtılmış küçük bir asker grubu tarafından başlatılan isyanı bastırmaya yönelik tüm önlemleri engellemiş, bununla da kalmayıp ayaklanmayı teşvik edici bir tutum benimsemiştir...

Bu tutum isyanın hızla büyümesine yol açmış, önde gelen İttihatçılar öldürülmeye, gazete büroları yakılıp yıkılmaya başlandığında daha da belirginleşmiştir...

Bunun sonucunda isyancılar 'kurşun bile atmadan' 'payitaht'ı ele geçirmiş ve taleplerini Meclis-i Mebusan'a dikte ettirmeyi başarmışlardır..

***

Oysa işin başında bu ayaklanmayı kolayca bastırmak mümkündü...

Nitekim, isyan sabah beşte başladığında Harbiye Nazırı Ali Rıza Paşa Birinci Ordu Komutanı Mahmut Muhtar Paşa'ya bir telgraf çekerek kendisini göreve çağırmış, bu çağrı üzerine Harbiye Nazırı Davutpaşa kışlasındaki askeri birliklere bir telgraf çekerek önlem alınmasını istemişti...

Bu talimattan sonra kışladan yola çıkan süvari birlikleri saat 10 civarında Beyazıd Meydanına gelmiş ve Taksim tarafındaki isyancıların köprüden geçişlerini engelleyecek önlemleri almışlardı...

Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa saat 6.45'te Saray'a bir telgraf göndererek padişahı durumdan haberdar etmiş, isyanı bastırmak üzere Hükümeti toplantıya çağırmıştı.

***

Eğer Abdülhamid, o aşamada alınan önlemleri ve yasal hükümeti desteklemiş olsaydı, Taksim civarında tecrit edilen isyancılar orada sıkışıp kalırlardı...

Ancak o, bunun yerine tüm askeri önlemleri durdurmuş ve Şeyhülislam Ziyaeddin Efendi'ye bir telgraf çekerek ayaklanan askere 'nasihat edilmesini' istemiştir; doğal olarak Şeyhülislam'ın nasihatleri isyancıları daha da cesaretlendirmiştir...

Böylece isyancı askerler köprüyü rahatça geçerek Sultanahmet Meydanında toplanmayı başarmış ve ayaklanmayı bastırmakla görevlendirilen diğer askerleri de kendilerine katılmaya zorlamışlardır. Derviş Vahdeti ve şürekasının kışkırtmalarıyla iyice azgınlaşan bu kitlenin içinde ordudan çıkarıldıkları halde er kıyafeti giymiş 'alaylı' subaylar ile kalabalık bir 'ulema' grubu da yer almaktaydı.

***

O aşamada, isyancılara karşı önlem alınmasını isteyen Adliye Nazırı Nazım Paşa ve Bahriye Nazırı Rıza Paşa, II. Abdülhamid tarafından önce Saray'a çağrılarak etkisizleştirilmiş, daha sonra isyancılara 'nasihat'la görevlendirilmişlerdir...

Bu 'görevlendirme' aslında 'kuzuları' kurtların önüne atmaktan başka bir şey değildir. Nitekim, linç etmek için 'İttihatçı' arayan isyancılar Nazım Paşa'yı tanıdıkları anda vurarak öldürmüşler, Rıza Paşa'yı da yaralamışlardır. Olaylar sırasında Lazkiye Mebusu Arslan Bey, Şerif Sadık Paşa ve dört 'mektepli' subay da linç edilmiştir...

Bu gelişmelerden sonra Meclis'teki muhalif mebuslar ayaklanmanın başarıya ulaştığı kanısına varmışlar ve isyancıları yönlendirme işini bizzat ele almışlardır.

***

Bu arada Saray'da bulunan Esad Paşa saldırıya uğramadan isyancı askerlerle görüşebilmek için bir saltanat arabasının kendisine tahsis edilmesini istemiş, ancak Abdülhamid, arabaya veliaht Reşad Efendi'nin bindirilerek kendisinin yerine padişah ilan edilebileceğini ileri sürerek bu talebi reddetmiştir...

Bunun yerine hükümetin istifasının kabul edildiğini, ayaklanan askerlerin affedildiğini, isyancıların istedikleri kişilerden oluşacak yeni bir hükümet kurulacağını ve bundan böyle şeriat hükümlerinin uygulanacağını bildiren bir ferman yayınlamış ve Mabeyn Başkatibi Ali Cevad Bey'i bu fermanı ayaklanmacılara iletmekle görevlendirmiştir...

O andan itibaren isyancılar Abdülhamid'in fermanına dayanarak iktidarı ele almışlar ve 'şeriat' başta olmak üzere istedikleri tüm talepleri Meclis'e kabul ettirebilmişlerdir...

Böylece II. Abdülhamid, iktidarı için bir tehdit olarak gördüğü İttihat ve Terakki yönetiminden kurtulur ve ayaklanma vesilesiyle kendisini de tahttan indirmek isteyen İngiliz yanlısı bazı siyasetçileri etkisizleştirirken fiilen 'isyancıların önderi' haline gelmiştir.

(Devam edecek)